41

1.2K 100 11
                                    


"Kelimeler beni özel kılmıyor. Kelimeler benim dünyam ile oyun oynuyor. Yorgunum nedeni olmaksızın yorgunum.

Hikayen bitmedi. Devam edelim. Beni dinlemeni ve hissetmeni istiyorum. İçimdeki tozlu rafları görmeni ve bu oyunu seninle kazanmak istiyorum. Benimle gel çocuk. Benimle gel. Benim içimdekileri sende hisset çocuk. Benimle gel.

Dinle beni masum çocuk. Hazır mısın? Her satırlarımı beynine işlemini istiyorum. Her satırları bilmeni istiyorum. Tüm gerçeklik önünde senin çocuk. İzle beni. Adımlarımı kendi adımın yap. Beni izle. Korkma sakın korkma. Kulaklarını tıka tüm dünyaya. Sadece benimle ol. Gel gidelim şu cehennemden gel gidelim. İstiyor musun, intikam çocuk? Sakın evet deme bana. Ben seninle beraber bir intikam oyunu oynamayacağım. Ben ve sen soğukkanlı bir oyun oynayacağız, Beren."

Ekran siyahlığa gömüldü ve bu sözler kulağımda yankılandı. Bu boş ev de olduğu gibi. Evet gittiler. Evin küçük olması bana bir avantaj sağlanmıştı ilk kez. O hard diski izliyordum. Sonuç ne mi?

Kuru gürültü. Videodan hiç bir halt çıkmamıştı. Konuşan kişinin sesi bile anlaşılır değildi. Görüntü bile yoktu. Ayağı kalkıp pencerenin önüne yürüdüm. Akşam olmuştu. Odayı hafif bir ışık dolduruyordu. Karşımdaki binanım dış cephesi siyah ve pencerelerin de panjurları vardı. Panjurlardan biri aniden kapanınca kaşlarımı çatıp sokakta ki insanları izlemeye koyuldum. Bir kadın elinde ki papatyalarla yürüyordu ve başka kadın ile yolda karşılaştı. Yüzünde sahte bir gülümseme oluştu. Sahte olduğunu nereden mi biliyorum?

Bilimsel bir konuşma yapmak istemem fakat insanlar gerçekten gülümsüyorsa gözlerinin kenarları kırışır ama bu sarı saçlı kadın otuz iki dişini göstermesine rağmen gözlerinde gerçek bir gülümsemenin izi yoktu. Kenarda bankta oturan ve bacak bacak üstüne atmış adam gazetesi ile boğuşuyordu. Artık gazetelerin ilk manşetinde yer almıyordum. Aksine ikinci sayfada ki magazin sayfasında boy gösteriyordum. "Çetin holdingin sahibinin kızı" adlı manşetler Çetin Holdingi zora sokuyordu. Umurumda mı? Hayır, değil tabi ki. Akşam olmaya yüz tutmuşken sokak lambaları yanmaya başladı. Artık yerde kardan eser kalmamıştı. Yaşlı bir adam, bastonuna dayanarak yürümeye çalışırken çocuklar onun etrafında koşturuyordu. Bu beni hafifte olsa gülümsetmişti. Apartmanın balkonuna çıkan kadın masasına kuruldu ve sigarasını yakarken hemen iki sokak ötedeki tren sesinin gürültüsü şehre fazladan ses kattı.

Ne yapmalıydım, bilmiyorum. Bu sefer Alev Taşkın'ın verdiği dosyayı incelemek içim masaya yerleştirdiğim dosyayı kavradım ve mutfağı yolunu tuttum. Kupama kahve koyarken bir yandan da üstün körü dosyaya bakıyordum. Bir saatin ardından kendimi salonda oturur vaziyette elimdeki dosya ve kahve ile büyük bir arayışa geçtim.

Pekala elimde yine ne mi var?

Tekrara ediyorum kuru gürültü. Hiçbir şey.

Kemal Aksan, Hakan Kaya, Jonathan Williams, Sevgi Önder, Taha Taşkın birde Jale Nevim... Sadece bunlar hakkında bilgi. Önemli yerlerin altlarını çizip notlar alırken onları satranç taşlarına benzetmeye çalışıyordum. Beni en çok zorlayan Jonathan Williams olmuştu. Dubai de yaşaması ve oradaki Çetin Holding başında olması zorlayıcı nitelik taşıyordu.

Çetin Holding, bilişim ve teknoloji üzerine olan bir holdingti. Bu yüzden düşmanın fazla olmasına şaşırmamak gerek. En son yaptıkları proje "Uranyum Atomunun Kullanılması" ile ilgiliydi. Ama sonuçlanamamıştı. Ya da talihsiz bir şekilde proje durdurulmuştu. Bunu Jonathan Williams'ın dosyasında okurken fosforlu kalemle üzerini çizmiştim.

Uranyum radyoaktif bir metaldi. İçindeki enerjiyle dünyayı yok edebilirsiniz. Bunu söylemeden geçmek istemem elbette. Uranyum sayesinde tüm dünyayı köleniz yapabilirsiniz. Fakat bu projenin son bulması gerçek anlamda son bulduğu anlama gelir mi bilemiyorum?

Kulağıma gelen ses kanepede dikleşmemi sağlamıştı. Köpeğim geldiğini zannetsem de bu bir konuşma sesiydi.

"Beren, bu videoyu izliyorsan tehlike seni bekliyor demektir." dediğinde ayağa kalkıp bilgisayarın yanına gittim. Ve gördüğüm yüz ile sandalyeye çöktüm. Karşımda Mustafa Çetin, laboratuvar önlüğü üzerinde konuşuyordu. Videonun süresi iki saat beş dakikaydı ve ben videoyu açık bırakarak yaklaşık bir buçuk saattir evde dolanıyordum. Şimdi ise karşımda babam-biyolojik babam- mavi gözleriyle ve kirli sakalını ovuşturarak konuşuyordu.

Tek bir cümlesi titrememi sağlamıştı.

"Beni bul, çok uzakta değilim." dediğin de ölü olan bir adamı nasıl bulabilirdim ki? Ölü bir adam bana nasıl bir yardım edebilirdi. Gözlerimi yumup düşünmeye zorladım. Ya ölü değilse ya ölmemişse?

Peki o zaman bu saçmalık niyeydi? Kulağım dibinde geçip bilgisayarın ekranını delen kurşun ve pencere camının zemin ile buluşması güçlü sesiyle gözlerimi açıp bilgisayar ile beraber kendimi yere attım. Hard diski çıkarırken elim hafifçe titredi. Evde köpeğim ve ben bu sefer onu bırakamam. Bu sefer olmaz!

Çetin Holding'in canı cehenneme!

B.S.ÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin