Hastane, beyaz ve sarı renkleri arasında sıkışmış sanki burada insanların iyileşmesini istemiyormuş gibi bir hava hâkimdi. Hasta insanların gözlerindeki ışık sönmeye hazır duruyor ve gözlerdeki ateşi alevlendirecek bir umut bekliyorlardı. Tek başımaydım. Yeniden.
Koridor da yankılanan ayakkabımın sesi ister istemez gözleri bana çeviriyor.
Masum çocuk.
Gözlerimden geçen şeritler yine durdurarak bilmiyordu.
Kapının koluna uzanışımla gelen ölümler...
O adam beni neden masum görmedi? Veya onu gönderen?
Alev Taşkın ailemi yok etmişti, değil mi? Beni de yok etmeyi denedi. Şimdi bu çocuğa da zarar vermesi ne kadar da kaçınılmazdı.
Soğuk hastane ve o bilindik koku. Genzimi yakan bu ağır koku her ne kadar beni düşüncelerimden kurtarsa da şuan ki ağırlığımdan kurtaramıyordu.
Ağırlık, belki de şu durum için her ne kadar olmaması gerekse de.
Koridorda serum ile yürüyen üzerinde hastane kıyafeti bulunan yaşlı bir adamla göz göze geldiğimizde gülümsedi ve aksayan adımlarla devam etti. Yoğun bir hüzün kaplı yerdeki temiz mermerlerde. Yoğun ve mayhoş...
Danışmayı es geçmiş ve 1278 numaralı kapının önünde durdum. Elimi kapının kopçasına koyarken kapının açılmasıyla elimi kapının kolundan çekip, önümde duran takım elbiseli adama küçümseyici bakışlar attım. İçeriden gelen tiz bir ses: "Baba sen misin?" dediğinde önümdeki duran uzun boylu adamı süzdüm. İçeriye girmem için yer açarken eliyle odayı işaret etti. Ne misafirperverlik ama...
Girdiğim anda arkamdan kapı kapanmıştı. Oda da tek bir pencere vardı ve demirliklerini seçebiliyordum. Duvara yaslanmış bir gar dolap devrilecek gibi eğimli bir şekilde duruyordu. Yatağın başında ki komidinin üzerinde ki üst üste yığılmış birkaç kitap vardı. Çocuk kitapları olduğunu kitap kapaklarının renklerinden anlamak kolaydı. Yatakta küçük bir beden battaniyesine sarılmış umutlu gözlerle arkama bakışlar atıyordu. Camın pervazında duran diğer takım elbiseli adam adım atıp silahını çıkardı. Minik çocuğun ela gözleri büyümüş yatağının hemen üzerinde duran kahverengi ayıcığı kucaklamıştı.
"Onu kurtaracaksın!" dedi Safa komiserin çaresiz ama bir o kadar gür sesi ve devam etti sözlerine:
"Kızımı kurtarmalısın." dedi bu sefer yalvarır gibiydi. Kafamı sallayıp:
"Kimse olmayacak." diye soludum. Ellerimi ceketimin içine sokarak devam ettim, Safa komiserin gözlerine bakarak:
"Bir şey de olmayacak." dedim dişlerimi gıcırdatarak.
Bir silah bana çevrilirken diğeri de ela gözlü, yüzü bembeyaz kesilmiş kıza çevrildi.
Sessizlik. Uzun gibi olan bu sessizlik aslında oldukça kısaydı. Odanın içindeki saniyenin sesi yankılanmaya başlamıştı. Sadece üç "tik tak" tan sonra elim belime gitti ve iki adamdan çocuğa silahını çevirmiş adama doğrultum.
Horozu çektiğim de mermim silahın ucunda ve benim tetiğe basmama hazır şekilde bekliyordu. Gözlerini küçük çocuktan kaçırıp silahını bana doğrulttuğunda çarpıkça gülümsedim.
"Beni öldüremezsin." Dediğimde odanın içindeki hemen yanımda bulunan yatağın üzerinde kızın gözlerini deri eldiveni olan tek elimle gözlerini kapattım ve tetiğe bastım. Susturuculu silahtan çıkan kurşun vızıltı gibi hedefi bulurken diğer adama fırsat vermeden ona doğrulttum.
Ve tekrar bir vızıltı.
Silah kovanın yere düştüğünde çıkan metal sesiyle tuttuğum nefesi verip yataktaki kızı kucağıma aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...