Kusursuz gibi görünen kusurlunun tekiydim.
Sırtımın temas ettiği yer oldukça soğuktu. Bundan şikayet etmeliydim, değil mi? Ama Yağmur'dan fırsatım olmuyordu.
"Neden ışık olmaz ki?" diye soludu. Yerde köşede oturmuş, bacaklarını bedenine çekmişti. Hadi ama, gerçekten mi?
"Yağmur, mızmızlanmayı bırak." dedim. Uzandığım yerde kollarımı bağlamış tavana bakıyordum. Daha doğrusu karanlıktan bir canavar çıkıp Yağmur'u yemesini bekliyordum.
Sanırım artık susmalıydı. Ama hâlâ devam ediyordu.
"İnanamıyorum nezaharethanedeyim. İ-na-na-mı-yoo-rum." dedi.
Gözlerimi devirdim. Şu canavarın ortaya çıkıp kafasını koparmasını diledim. Lütfen en büyük işkence bu olmalıydı bana. İnanılmaz... Bunları düşünürken ben o hâlâ dışından saydırıyordu.
"...teslim oldun. Manyak mısın, bilmiyorum. Ama öylesin. Ne yapacağız. Annem beni öldürecek. Evet, evet buradan çıkmamak o kadar güvenli ki..."
"Yağmur susmayı dene. Kafamı rahat bırak. Ettin içine."
"Merak etme, uzun yıllar burada kalacağız. O zaman dinlersin kafanı. Sen koğuşun hanım ağası olurken ben de millete çay koyan ezik tip."
Cidden, bunları mı düşünüyordu? Bu kız cidden deli olmalı.
Oturduğu yerden ayağı kalktı ve Miray'ın uyuyan bedeninin yanına gidip üzerinde ki salaş hırkayı çıkarıp üzerine örttü.
"Üzgünüm." diyerek yanıma oturdu.
"Berbat hissediyorum." dedi gözlerini yere sabitlemişti.
"Hadi ama iki kişiyi öldüren benim ve Alev diye bir manyakta peşimde. Köpeğim kayıp. Eski model babamın motoru da umarım bıraktığım yerdedir." diyerek uzun bir cümle kurdum.
"Batuhan ne yapıyor acaba?" dedi sessizce. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ona baktığımı anlayınca boğazını temizledi ve: "Ne diyorduk?" diyerek sordu. Yanaklarını hava ile şişirmiş ve nefesini bırakmıştı.
"Batuhan'dan."
"Öyle mi?" dedi gözlerini kırpıştırarak baktı.
"Öyle." dedim gözlerimi devirip gülümsedim.
"Ne, ne var?" Sesini yükseltti.
"Bağırma uyanacak."
"Onun için endişelenmesi gereken son kişisin." dedi. Sonra dedikleri kafasına dank etti. Dudaklarını ısırdı. Ayağı kalkıp demir parmaklara doğru yürüdüm.
"Öyle." diye cevap verdim. Duyduğundan emin değilim. Umurumda da değil gerçi. Satrancımda ki bir taş değil miydi? Neyse ne? Buradan çıkmalıyım. Çok zekice Beren. Niye polisin yanına gidip bileklerini uzattın ki? Kafayı yemiş polisler ile uğraşmak istemedim. Hem iyi mi? Dinlendim. Ya tabi, Yağmur sussaydı. Daha iyi olabilirdi. Belki.
"Yağmur susar mısın artık?" dedi benden veya Yağmur çıkmayan ses. Miray uzandığı yerden doğrulup kafasını tuttu.
"Başım ağrıyor." dedi. Yağmur, Miray'ın yanına oturdu. Elini sırtına koydu ve sıvazladı. Miray burukça gülümsedi.
"Mira da ben üzgün olunca böyle sırtımı sıvazlardı."
Bakışlarımı yüzünden çektim. Montumun cebindeki kolyeyi çıkarıp yanlarına yürüdüm. Mira'nın saçları önüne düşmüştü. Yavaşça kafasını kaldırıp kolyeye baktı.
Gözleri hafifçe yumdu.
"Bu senin." dedim yutkunarak.
"Sende kalabilir. Aynısı bende var." dedi zorla. Sessizlik çökmüştü. Kolyeyi eline zorla verdim ve bakışlarından kaçındım. Oldukça yoruldum. Tek istediğim, hafif bir huzur. Ölümler, haykırışlar, korkular, ağlayışlar kulağımda hepsi. Kaçmak yorucu. Duyguları bastırmak zor. Hayat zor.
Hıçkırık sesi oturduğum yerden yeri izlememi kesmişti.
"Onun bir mezarı bile yok." dedi. Evet, bir mezarı dahi yok. Benim de bir mezarım yok. Halbu ki ben de ölüyüm.
"Kimsem kalmadı." dedi.
"Abin var." dedim.
"Biz varız." dedi Yağmur gözlerini kaçırarak.
Ne kadar varız Yağmur, açıkla bana. Bu kızdaki saflık, iyimserlik beni öldürebilir. İnanılmaz !
Miray ayaklarına bakmayı kesip Yağmur'un sol omzuna yaslandı ve sustu. Kimse konuşmadı. Yağmur bile.
Uzandığım yerde tavana bakarken gözlerimi yumup sessizliği dinledim. Ruhumun acı çığlıklarıba kulak verdim. Ardından gözüme düşen görüntülere.
Soğuk bir oda. Bembeyaz bir yatak. Üzerinde beyaz elbise. Adımlarım onun yanına götürdü beni. Eli elimi tuttu.
"Merhaba Beren. Beni tanımıyorsun biliyorum."
"Mira." dedim usulca.
"Evet, ismim o. Ama ben sana bir şey söylemek istiyorum." Boğazını temizledi.
"Üzülmesine izin verme, onun. Asla!"
Gülümsedim. Seni koruyamadım ki ben diyebildim sadece içimden.
Sesler biri merdivenden aşağı iniyordu ve ıslık çalıyordu. Parmaklıkların önünde durdu ve:
"Yarın büyük gün, ha?" dedi polis memuru.
"Mahkemeye çıkıyorsun." diyerek gülümsedi. Kırık dişleri onu fazlasıyla uyuz biri gösteriyordu. Haklarımı bile kullandırtmamışlardı. Avukat bile çağıramamıştım. Sadece sorguda üstüme yürüyen iki polis ve bir cinayet masasından adam beni hesaba çekmişti. Aldıkları tek cevap ise övgü yağan küfürler olmuştu.
"Anlat." dedi iri adam ellerini cebine sokmuştu.
"Neyi?" dedim parmaklarımla ritim tutarken.
"Şaka mı yapıyorsun?" dedi masaya sert bir yumruk geçirdi.
"Avukat istiyorum." dedim.
"Haklarını kullanabileceğini kim söyledi?"
Gözlerimi devirip küfür mırıldandım."Ne dedin?" diye sordu bağırarak.
"Annen güzel mi? Diye soru sordum" diyerek dişlerimi sıktım.
"Senin annen gibi olamaz." dedi çatmış olduğu kaşları gevşeterek.
"Ben bile görmemişken mi ?" dedim usulca.
"Konuyu saptırma." dedi diğer tarafta parmaklarının arasında yanan sigara olan adam.
İki adam öldürmüştüm. Ama hak etmişlerdi. Vicdanımı rahatlatmak farklı bir yolu.
Susarak dudağımı ısırıp masaya kelepçelenmiş ellerime baktım.
"Bundan iki saniye de kurtulabilirim." dedim sırıtarak.
"Sanmıyorum." Karşımdaki sandalyeyi çekti. Kafamı çevirip çift taraflı cama baktım. Benim karşı taraftakileri göremediğim onların beni gördüğü cam.
"Neden öldürdün ve kız nerede?" diye sordu.
"Kapa çeneni, başımı ağrıtıyorsun?" Polisin yüzüne tükürürcesine konuştum.
Şimdi de burada mahkemeye çıkacağım. Merhaba basın, merhaba savcı, merhaba hakim ve merhaba ölülerin akrabaları!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...