"Işığı takip et, tabi bulabilirsen."
Yutkundum ve ileriye doğru bir adım atıp gözlerimi kıstım. Tamam bu Ebabil Tarık abinin kafesiyle alakalı olacağını düşünmüyordum. Ceren elindeki telefon ışığını etrafta gezdirdiğinde bende gözlerimle onu takip edip neler göreceğimi merakla izliyordum.
Mert yanıma gelip derin bir nefes aldı ve nefesini verirken ağzından çıkacak olan kelimelere odaklandım. Benimle aynı şeyleri düşünüyorsa ki söyledikleri bunu gösteriyordu.
"Ebabil." Dedi inanamaz bir şekilde ve devam ederken elini kaldırıp ensesine götürüp kaşıdı.
"Bu o olamaz değil mi?" dedi. Gözlerini bana dikmişti.
"Bilemiyorum, ama eğer bu oysa hiçbir şey tesadüf değil." Dedim. Topuklu ayakkabıları üzerinde bize doğru dönen Ceren dikkatimi çekmişti. Flaşı yüzüme tutuyordu ve bende istemsiz bir şekilde elimi kaldırıp, kısılmış olan gözlerimi iyice kıstım.
"İndir şu lanet olasıca ışığı." Dediğimde kaşlarını kaldırıp:
"Neler oluyor?" Dedi dolgun dudaklarını öne sergilercesine.
"Bizde bunu düşünüyorduk." Dedi Mert Aksan aksi bir sesle. Bu ondan ürkmeme neden olmuştu. Çünkü bu tonda hiç konuştuğunu duymamıştım ya da her zamanki gibi onu umursamamıştım. Buradan çıkarılacak sonuç, ben bu adama neden güveniyorum?
Ceren Işıldar omuz silkip Mert'in bu tepkisini geçiştirdi. Elindeki flaşı başka bir yere doğrultmaya başladığında Ebabil yazan duvarın önünde durdu. Çünkü sadece o duvar boştu diğerleri kitaplıklar ile doluydu. Bulunduğumuz yer oval şeklinde olduğu için kitaplıklar mont elenmiş görünüyordu.
Birkaç adım atıp kitaplıkların önünde durup camdan yapılmış kapağı açtım ve Ceren'den gelen hafif ışıkla okumaya çalıştım. Ansiklopediler yer alıyordu.
Yer altı kütüphanesine hoş geldiniz.
Sağ yanağım yukarı doğru kalkarken elim kitabın eski yüzünde geziyordu. Elimi çekip yandaki rafa geçtim. Cam kapağı açmadan yazılanlara baktım. İngilizce olan bir çok bilim dergisi yer alıyordu. Diğer kitaplığa geçtiğimde bir roman veya bir şiir kitabı bulmayı umut ediyordum. Fakat durum bir fiyasko...
Bilimsel yazılar, makaleler, tezler ve bir çok dokümandan başka bir şey yoktu.
Ortada yer alan üç masa vardı ve üzerindeki kağıtlar dağınık bir şekilde duruyordu. Çizimler, t cetvel, kalemler ve bir masa lambası bulunuyordu.
Parmak uçlarım çizimin üzerinde durduğunda ellerimi masaya dayadım ve hafifçe eğildim. Işık gerekliydi ve masanın üzerindeki masa lambasına uzandım. Denemekten zarar gelmez diyerek düğmesine bastım ve tabi ki de yanmadı. Ceren yanıma geldiğinde ışığı kağıtlara tutmaya başladı. Uzun bakışlarım ve kâğıtları çevirdiğimde kaşlarımı çatmam sonucunda sadece bir santral olduğunu anlayabilmiştim. Büyük bina binanın iç çizimiydi. Projeyi katlayıp masanın üzerine yerleştirdim. Masada işe yarar bir şeyler arıyordum fakat tek bulabildiğim çizimler , çizimler ve çizimler. Mert duvarın yarısını kaplayan mantar panoya bakıyordu ve ellerini önündeki tezgaha dayamıştı.
"Beren bir saniye gelir misin?" dediğinde ifadesiz bir şekilde yanına yürüdüm ve baktığını yere göz atmaya başladım.
Gördüğüm şeyle kaşlarım çatılırken elim panoya gitmiş ve oraya raptelenmiş fotoğrafı çıkardım ve rapteyi tekrar panoya taktım. Mert elindeki telefon ışığı resmin üzerindeydi ve benim gibi mavi gözleri olan kız çocuğunun gözlerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...