61

1K 88 13
                                    


"Uçurumun kenarındayken uçtuğunu hissedemezsin."

Duvarın üzerine özenle işlenmiş Zümrüt Anka'nın kanatları her şeyi kaplayabilecek gibiydi. Kanatlarındaki kırmızı dokunuşlar, açıktan koyuya doğru hareket ediyordu. Etrafımda olan yüzlerce insanı yavaş hareket ediyor gibi hissediyordum. Einstein'a göre zaman genişleyen bir kavramdı. Örneğin bazen yaşadığımız bir saat bize kısaymış gibi gelebilirken bazen sanki o bir saat birkaç saat gibi hissedebiliyorduk.

Saat durmuş gibi hissetmiyordum aslında, zaman geçiyordu fakat benim alıcılarım şuanda zamanı olduğundan uzun gösteriyordu. Mucizelere inanın fakat tesadüflerden uzak durun. Tesadüf diye bir şey yoktur. Daha öncede Tarık Ağabeyin dediği gibi "Yaradan'ın bir planı var."

Bu yüzden zincirin bir parçası bile kopuk değildi ve asla da olmadı. Birbiri ile bağlantılı olan ve iç içe geçmiş bu zincir halkaları beni önemli bir şeyin içinde gibi hissettiriyordu. Doğumum bile gerçekleşmesi gerek, neticesi büyük bir olaydı.

B115 yanıma geldiğinde omzuma dokundu ve kendisine doğru vücudumu çevirdi.

"Benimle gel."diyerek benim yavaşlayan zamanımın hızlanmaya ve kulaklarım da bir basınç yaratmaya başladı.

Adımlarım adımları adımlıyordu.

Sessiz ve bir o kadar da yeri delecek kadar öfkeliydi. Neye bu kadar öfkelendiğimi ya da neyin beni bu kadar gerdiğini bilmiyordum. Korkuyor muydum?

Hayır.

Sessizliğim, sessizliğime sessizlik katıyordu.

Kendimi bir odanın içerisinde bulduğumda yutkundum ve odanın içerisinde ki on altı kişilik masanın etrafında dolaştım.

Deri koltuklardan birini çekip, toplantı salonunun başköşesine umursamazca oturdum. Neler olduğunu veya artık neler olacağını beni sona çekiyordu.

Geleceğime geçmişimi katmak, oldukça zor duruma geliyordu. Bir takım şeyler ortaya çıktığında çıkan her ufak detay beni derine indiriyordu.

Toprağı eşeleyip ağacın köküne inmek zordu. Toprak sanki katmerleşmiş ve dibe en dibe inmemi engelleyecek koşullar öne sürüyordu.

Peki, korkmalı mıydım?

İnsanları öldürüp bir kenara atmaktan korkmalı mıydım? Katil olmaya kesinlikle hazır mıydım?

Ruhsuz ruhuma daha fazla ruhsuzluk katabilir miydim? Bunların hepsini kendime sordukça bilinmeyen bir okyanusun ortasında hissediyordum. Tehlikeli ve acımasız bir okyanus...

Hiçbir mavilik bu kadar acımasız olmamalıydı.

Korkuma korku katabilir miydim? Yoksa sadece korkumla korkusuzlaşmayı becerebilir miydim?

Benim ihtiyacım olan şey neydi? Hangisi daha iyiydi?

Affetmek mi, yoksa acımasız intikam alıp sonumu hazırlamak mı?

Bu düşünceler beynim de yankılandıkça hissizliğime vuruyordu hem de oldukça acımasızca.

Yapmam gereken birkaç şey kaldı gibi... Ama kaderin bana ne getirebileceği bilemezdim.

Seçimlerim, kaderime yansırken asıl kaderime yaklaşmak ve yaklaştıkça uzaklaşmak beni okyanusta ayağına taş bağlanmış gibi hissettiriyordu.

Duygular, duyguları getirir. Kayıplar, kayıpları...

Son, sonun sonu olmadığını gösteren sondu.

Kalpsizliğe diyecek iki çift lafım var;

İntikam alana kadar durma.

Ve benim hikâyem başladı.

B.S.ÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin