Gerçekler iki taraflıdır. Ben bu gerçekliğin, tam neresindeyim bunu bilemiyorum tabi. Kendimi sahtekar gibi hissetmek elimde bile değil. Bunu hissetmesi gereken de ben değilim. Aksine, bunu hissetmesi gereken beni yok etmeye çalışan azraillerim. Biri beni kurtarsın karanlıktan.
İnanılmaz bir oyunun parçası olmak ve o oyunun zincirinden kurtulmak zordu.
Başlangıç, her şeye yeniden başlamak. Kolay olmalıydı değil mi? Peki neden bu kadar zor olmak zorundaydı?
Enes'in getirdiği kıyafetleri giyerken zevkine hayran kaldım. Opak çorabı bacaklarımdan geçirdim ve siyah kalem eteği giydim ve üzerine aldığı çelik yeleği takarken kendimi sıktım. Mermilerin hedefi olmamalıydım. Her ne kadar ölmekten korkmasam da, daha ölmemem gerektiği biliyordum. Yaklaşık bir haftadır sevgili babamın evindeyim. Herkesin bir görevi vardı. Peki ya ben? Elbette ki görevimi gerçekleştirmek için bir yemeğe gidiyordum. Bir öğle yemeği de sayılabilir.
Üzerime giydiğim beyaz gömlek ve kalem eteğin takımı olan ceketi üzerime geçirdim, beni yeterince sıcak tutardı. Hızla topuklu botlarımı giyerken yeni sayılan telefon ve hattımı cebime attım. Silahımı belime saklarken ikinci bir silahı botun içine sabitledim. Saçlarımı at kuyruğu yaptım gözlerime kahverengi bir lens takıp hızlıca evden çıktım.
Sıcak bir gün. Önümdeki bana ait olmayan motora göz attım. Yasa dışı işlere bulaşmıştım yine.
Binip motoru çalıştırdım ve yükselen o enfes ses kalbime işlemişti. Tabi kalbim varsa(!)
Kameralar sıkıntı değildi.Basın beni unutmuş olması güzel bir şanstı. Zaten bu sefer ki planım beni hatırlamalarını istememden kaynaklanıyordu. Şöhret, göz kamaştırıcıydı(!)
Kafenin önüne geldiğimde hızla motordan indim ve etrafa göz gezdirdim. Söylemek gerekirse sanırım öğle yemeği molalarında herkes başka kafe yokmuş gibi buraya toplanmıştı. Bu ilgiyi kolay çekeceğime ama işimi de zorlaştıracağa benziyordu. Oldukça pembe olan kafenin içerisine kendimi attığımda acıkmayı unutmuş olan midem guruldadı. Enfesti. Motorumun üzerine başka bir enfeslik tanımayan ben bunu düşünmüştüm, evet.
Hızla masaları tararken otantik olan kafenin diğer bir kokusu ise eskiyi andırmasıydı. Zaten öyleydi de. Elimde ki kaskı bana el sallayan kişinin masanın koyup oturdum. Bu gibi kafelerde yeterince yoğunluk yokmuş gibi duvarlara tablo asmalarını anlamış değildim.
Karşımda ki çok saygıdeğer Alev Taşkın elini uzattı. Eline bakıp boğazımı gürültü ile temizledim. O da bu tavrım sayesinde elini indirmek mecburiyetinde kaldı.
"Yeni kimliğin harika olmuş." dedi gülümseyerek. Şuan seni öldürüp başını evimin köşesine asmak istiyorum, Alev Taşkın. Ne diye öldürmedi isem? Dirseklerini masaya yerleştirip elini çenesine koydu. Bu duruşunu dikleştirmişti. Sessizliğimi koruyordum.
Gözlerini kısarak baktığın da konuşmam gerektiğini anladım.
"Seninle tekrar görüşmek oldukça can sıkıcı olsa da söyleyebileceklerini dinliyorum. Nede olsa buraya sen beni davet ettin." dedim ses tonumu değiştirmeksizin
"Öncelikle ismini neden Sevgi? Bunun Burak'ın annesi ile alakası yok değil mi?" dedi ve ben gelmeden önce sipariş etmiş olacağı tatlıya çatalını daldırdı.
"Bu seni ilgilendirmez ama açıklamamı istersen masum gözüktüğüme inanıyorlar, bu isim ile." dedim.
"Soyadı ile beraber mi?" dedi. Tamam, kuşkulanıyor.
"Umurunda mı?" dedim ve kaşlarımı çattım. Gözlerimin ne renk olduğunu hatırlamaya çalışır gibiydi. İhtiyarlaşmış biri ile oynamakta ayrı bir eğlence.
"Tabi ki değil." dedi ve devam etti:"Aptalı oynaman komiğime gidiyor. Ayrıca hiç bir güvenlik önlemi almaman da." dedi. Kulağında o cihazı görmediğimi zannediyorsa yanılıyordu ama aksini yapıp şaşkınca baktım. Şu an ki yüz ifademi kimsenin başka bir yerde gördüğünü zannetmiyorum.
"Evet, Berencim. Keskin nişancının hedefinde oturuyorsun." dedi.
"Sende benim karşımda." diyerek soğukça cevap verdim. Şuan o suratına yerleştirdiği ifadeye gülmemek için kendimi sıktım.
"Ne yapacaksın, tırnaklarıyla mı beni yolacaksın?" Gözlerime kısarak baktım ve kafamı evet anlamında salladım. Alev Taşkın bunu kendine zannetse de camı delip masaya saplanan kurşunla kendini sandalyeden atması bir anda olmuştu. Tamam, söylemek gerekirse Enes harika bir keskin nişancı idi. Cam kenarında oturmamıza rağmen açıyı öyle bir şekilde ayarlamış olmalı ki yüzüme hiç bir cam gelmemişti. İnsanlar çığlık atarak kaçarken Alev Taşkın'ın tutmuş olduğu nişancı kalabalıktan pek bir şey görmüyor olmalıydı. Yerde uzanan Alev Taşkının yanına gidip topuklu ayakkabının topuğu ile koluna bastırdım:
"Eğer benim sahte adımı şikayet etmezsen olacaklardan ben sorumlu değilim. Artık bir piyonla uğraşamam." dediğimde onun gözünden bir damla yaş akmış ve kabul etmişti. İki düşman ustalıkla temizlendi.
Kafenin arka tarafına sakin adımlar atarken kafenin sahibi olan kadın bir yere sinmişti. "Üzgünüm, bu olanlar için ama zaten bir dizayndan geçmeliydi." dediğimde kadının gözleri büyümüş ve:"Sen o televizyonda ki kızsın. Çetin Holdinglerin sahibinin kızı." dedi.
"Hayır tatlım. Bakıyorum da herkes numara mı yemiş, ben sadece Çetin Holdingte çalışan başka biriyim. Amacım da sahibi olmak." dediğimde kadın delici gözlerle bana baktı. Yemişti inanın bana yemişti. Adımı temizlemek kolaydı ve yüz hatlarım biraz da olsun Sevgi Önder'e benziyordu. Eğildiğim pozisyondan kalkıp: "Tablolar oldukça can sıkıcı." dedim ve hızlıca çıktım. Bu olanlar sadece bir dakika sürmüş ve dört beş tane kurşun sadece masalara isabet etmişti. Sevgi Önder oldukça basit bir hamleyle parçalanmıştı.
Kaskımı almamıştım. Üzerinde S.Ö yazan bir şeye dokunmak istemiyordum da zaten. Kafenin önüne bıraktığım motor ise başka bir detaydı. Plakayı değiştirmiş ve Sevgi Önder adına bir mal varlığı idi. Fotoğrafım ise Sevgi Önder'in fotoğrafı ile birleştirilip her yere konmuştu. Evet, Sevgi Önder'in her malının üzerine. Kendi kimliği de dahil. Bunu yapması zordu. Kimlikleri değiştirmek ama içeride ki bir numaralı casusumuz bunu halletmişti. Burak tabiki de.
Kafenin arkasına geldiğimde, Enes sırtında ki gitar çantası ve benim motorumun üzerinde duruyordu. Motordan indi ve anahtarları bana uzattı. Diğer motorun anahtarlarını ona verirken:
"Bir şekilde Sevgi Önder'in çantasında bu anahtarlar bulunmalı." dedim. Kafasını sallarken elimdeki anahtarları aldı.
"Ve polis ile basını arasan iyi olacak. Anlarsın ya." Kafeyi işaret edip motoruma döndüm. O gitar çantasının içinde ki tahmin etmek oldukça kolaydı. Yüzüme aval aval bakarken: "Orada duracak mısın yoksa gitarınla serenat mı yapmayı bekliyorsun? Ama söylemek gerekirse işimiz oldukça fazla." dedim. Kafasını onaylarken gülümsüyordu da.
"Sence kafede ki kameralardan bir şey bulamadıklarında ne yapacaklar?" diye sordu.
"Hiçbir şey elbette. Şahitleri sorgulayacaklar. Oradaki herkeste Sevgi Önder'in özelliklerini sayacak. En belirgini de saç şekli ve göz rengi. Kıyafetler konusunda da. İlk göze çarpan onlar olmuştur. Tabi bir de şu lens işi iyi fikirdi." dedim.
Kendi ile gururlanırken dikleşti: "Sonuçta o fikir benimdi." dedi.
"Egonu kenara bırak ve bin şu motora." dediğimde motorda arkamdaki yerini aldı. Bir elini belimdeyken diğeri ile de telefon görüşmesi yapıyordu.
Eve geldiğimizde yukarı çıkıp kapının önüne geldim ve kapıyı anahtarlarımla açtım. Enes, motorun anahtarlarını Sevgi Önder'e ulaştıracak ve polislere bir kanıt daha sunacaktı. Sevgi Önder'in bir motor koleksiyoncusu olduğunu hatırlamam işe yaşamıştı. Kapıyı açıp içeri girdim. Kendimi koltuğa attığımda sırtım dış kapıya dönük bir şekildeydi. Kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım. Kapı gümbürtü ile çarpıldığında: "Hızlısın." diye seslendim. Ama gelen ses oldukça farklı bir erkek sesiydi.
"Öyleyim." dedi ve kafamın arkasında ki namluyu hissettim. Sonunda güçlü bir taş ile karşı karşıya olmalıydım. Ya da ihtimal değil öyleydi. Gözlerimi kısarken yüzümde oluşan alaylı gülümseme düşüncelerime eşlik etti.
Korku, insanı aptallaştırır ve benim korkmak için bir nedenim bile yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B.S.Ç
ActionBataklığın başlangıç hikayesi. Zümrüt'ün doğuşunun ve yok oluşunun kanatları arasındaki savaşın portresi... "Ruhu bedeninde asılı kalan, harflerin yan yana gelerek kelimeyle beraber ayağa kalkmasını bilen, kelimelerin bütünleşip cümle ile dan...