Sonbaharın ilk ayı, Eylül'ün ortalarına gelmiştik bile. Ortalık öyle dökülen yapraklarla kaplı falan değildi. Ya da rahatlatıcı yağmurlar yağmıyordu. Küresel ısınmadan olsa gerek, kış da yaz da olması gerektiğinden epey geç geliyordu. İnsan ne yapıyorsa kendine yapıyordu. Yinede benim sevmediğim bir hava değildi bugünkü. Hafif, serinletici bir rüzgarla ara sıra çiseleyen yağmur yeteri kadar sonbahar havası veriyordu.
"Ev sahibi o evi kiraya vermemiş hala. Muhtemelen Felix hala kirayı ödediği için ordayız sanıyordur."
Elimdeki reçelli ekmekle bakışırken söyleyivermiştim. İçimde garip bir his vardı bu konuda. Aklıma da paylaşmak için Chan'dan daha uygun biri gelmiyordu.
"Beraber oturduğunuz evden bahsediyorsun."
Sesi onay almak ister gibi çıktığında, kafamı salladım sadece. Ben Chan'la yaşamaya başlayınca Felix de o minik evde tek başına yaşamak istememişti. Haliyle ev bomboş kalmıştı ama hala birileri yaşıyormuş gibi dayalı döşeliydi. Felix de garip bir şekilde her ay kirasını ödemeye devam ediyordu. Ev sahibi kadın cidden de orada yaşadığımızı sanıyor olabilirdi.
"Anılarınız var orda. Kolay değildir onun için."
Bunu ben de düşünmüştüm. Aslında öyle biri olmamama rağmen ben de o evde başka birinin oturmasını istemiyor gibi hissediyordum. Yinede evin faturaları ve kirasıyla ilgilenmeyi komple bırakmıştım. Belki de Felix benden daha duygusaldı.
"Jeongin'e göz kulak olması için kimi ayarladım demiştin?"
Sorumla dudaklarını, ağzı kapalı bardağından ayırmış ve hafifçe gülümsemişti.
Kanla parlayan dudakları dikkatimi dağıtırken gözlerine bakmak epey zor olmuştu."Söylememiştim", dedi dudaklarını diliyle temizleyip.
Gözlerimi kırpıştırıp derin bir nefes aldım ve elimdeki ekmeği tabağa bıraktım."Nerden, nasıl kan aldığını hala anlatmadın. Eminim Jeongin'in çalıştığı yerle de bir alakası var. Beni oraya ne zaman götüreceksin? Hem şu adını söylemediğin kişiyle de tanışmış olurum."
Yüzünde bariz bir ifade değişikliği oldu. Bunu tanıyordum. Gözleri ışıldıyordu böyle zamanlarda. İnsanlar için en kolay tanımı, hayran hayran bakmak olurdu sanırım.
"Aslında oraya pek gitmiyorum", dedi meydan okurcasına.
Sırıttım istemsizce. Şunu huy edinmiş olması öyle garipti ki, aynı zamanda eğlenceli. Bir şeyler ortaya atıp devamını bulmamı bekliyor, beni vazgeçirmekle üstüne gitmek arasında kararsız bırakıyordu."Gitmiyor-dun. Orası Taeyong hyungun mekanı ve eskiden onunla iyi geçinemediğiniz için birbirinizden uzak duruyordunuz. Son olaylardan sonra her şey değişti ve şimdi gayet iyisiniz. Ona güvenebileceğini bildiğinden ve Jeongin de orda olduğundan artık kan tedarik ettiğin nerdeyse tek yer haline gelmiştir."
Gözleri üstümdeyken kavradığı bardağı bırakıp ayağa kalktı. Elini uzattığında beklemeden tuttum ve beni de kaldırmasına izin verdim. Yanaklarımı kavrayıp dudaklarıma uzandı. Doğrusu şaşırmıştım çünkü kahvaltılarımızı bununla bölen hep ben olmuştum bu zamana kadar.
Soğukluğuyla karışmış sıcak kanın metalik tadı başımı döndürmüş, kalbimi hızlandırmıştı. Ellerimi beline sabitlediğimde durmuş ve aramıza az da olsa mesafe açmıştı."Jeongin'le görüşemiyorum ve telefonda konuştuğumuzda yeri kimseye söylememek için yemin ettiğini söylüyor. Senden başka çarem yok yani."
Son cümlemi burun kıvırarak söylemem onu güldürmüştü. Hepten uzaklaştığında ellerim boşluğa düştüğü için yüzümü buruşturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Banginho Stories
FanfictionBirbirinden bağımsız minchan hikayeleri. (10 ve 11. hikayeler hariç*) (2.KİTAP YAYIMDA🥳) //Tamamlanmış Hikayeler// 1.Black Swan 2.Dorm Love 3.Morbidezza 4.Omnino Mutare 5.Pandilla ~OneShot~ 6.Mélangé 7.Hopena 8.Tilfeldighet 9.Negaidīti 10.Pintas 11...