~35~

1K 126 230
                                    

İşten sırf bugün için izin aldığıma pişman olmak istemiyordum. Bu yüzden eve girer girmez kendimi etrafı incelemeye adadım. Fazla düşünmeyecektim.

Chan'ın bu kocaman evde yalnız yaşıyor olması bana çok ters bir durumdu. Ama malum, insanın kendi mutluluğuna göre hareket etmesi gerekirdi, başkalarına göre değil. O da böyle seviyordu demek ki.
Salonun duvarları açık krem rengi olduğu için daha da geniş gözüküyordu sanki. Gri bir l koltuk, televizyon ünitesinin sağ tarafından amerikan mutfağının oturma masasına kadar uzanıyordu. Evini ikinci defa görüyordum ama ilkinde pek inceleme fırsatım olmamıştı. Bu yüzden çoğu şeyi yeni fark ediyordum.

"Aç mısın?"

Sorusuna sadece başımı onaylar anlamda sallayarak cevap verdiğimde, mutfağa geçti ve ellerini yıkamaya başladı.
Benim için yemek mi yapacaktı?

Elimdeki birkaç ders kitabını l koltuğun karşısındaki minik pufa bıraktım. Dışardaki soğuğa rağmen ev sıcacıktı. Dışardayken üşümüş olmama rağmen şimdiden ter basmaya başlamıştı bile. Beyaz boğazlı kazağımın yakasını çekiştirip alnıma düşen kaküllerimi geriye taradım. Böyle giderse sıcaktan bayılacaktım.

"İstersen tişört vereyim onu giy."

Doğradığı marullardan ayrılmayan gözlerine rağmen sıcakladığımı nasıl anlamış olabilirdi? Belki ev ona da fazla sıcak gelmişti.

"Olur."

Kısaca yanıtladığımda bıçağı ve marulları bıraktı ve ellerini kısaca yıkadıktan sonra "Beni takip et", dedi.
Birlikte salonun solunda kalan merdivenleri çıktık ve koridorun sonundaki odaya girdik. Oda oldukça sadeydi. Ortada çift kişilik bir yatak ve karşısında aynalı bir gardırop vardı. Yanılmıyorsam buraya ilk geldiğimde, bu odanın yanındaki odada kalmıştım.
Chan gardırobu açıp içinden beyaz bir tişört çıkardı ve kapıda dikilen benim yanıma gelip elime tutuşturdu.

"Hiçbir şeyi kurcalama."

O odadan çıktıktan sonra kısaca etrafa bakındım tekrar. Sırf böyle söylediği için çekmecelerine bakasım gelmişti. Yinede uslu durmakta fayda vardı çünkü başıma bela almak istemiyordum. Aklım yeteri kadar doluydu.
Kazağımı çıkarıp hızlıca tişörtü giydikten sonra gardıroba yaklaşıp aynaya baktım. Chan'ın omuzları benimkinden daha genişti. Bu yüzden olsa gerek tişörtün omuz kısmının çoğu koluma kadar inmişti. Model olarak bol ve uzun olduğu belliydi ama sanki bende biraz daha uzun kalmıştı. Aslında yapı olarak Chan'la hep aynı olduğumuzu düşünmüştüm ama bu tişört yanıldığımı belli ediyordu.
Daha fazla kendime bakma gereği duymayarak odadan çıktım ve salona indim. Hala mutfakta bir şeylerle uğraşan Chan'a kısa bir bakış attıktan sonra yeniden üstüme baktım.

"Hey Chris, çuval giymiş gibi görünmüyorum değil mi?"

Ocağın başından ayrılıp benden tarafa döndü ve gülümsedi.

"Gayet güzel görünüyorsun Minho."

Pekala. Sen öyle söylüyorsan.
Gülümsemesi sinsi bir sırıtışa döndüğünde ne geleceğini merak ederek ona bakmaya devam ettim.

"Pantolonunu çıkarırsan daha güzel görüneceğine bahse girerim."

Tam da ondan beklediğim şeyi söylemişti. Eski Minho olsa yüzünü buruşturup el hareketi çekerdi. Hatta direkt, bu eve adımını atmazdı. Ama böyle şeyler yapmak için kabul etmemiştim teklifini. Kendimi aşmak ve en azından onunlayken sadece boş şeyler düşünmek istiyordum.

Ona bakmayı kesip pantolonumun düğmesini çözdüm ve bacaklarımdan sıyırıp kitaplarımı koyduğum pufun üstüne attım.
Yeniden gözlerimizi buluşturduğumda yüzünde gördüğüm ifade kahkaha atmama neden oldu.

Banginho StoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin