~194~

250 50 334
                                    

Pişmanlık en berbat duygu olabilirdi. Geri dönemez, hiçbir şey yapamazdık ama bunu düşünmeye devam ederdik. Atlatamazsak bizi yiyip bitirirdi. İnsanların katlanmak zorunda olduğu, üstesinden gelmesi zor duygulardan biriydi.

Ulaşabildiğim her yeri didik didik ararken kendimi suçlamamaya, pişman olmamaya çalışmak zordu. En sonunda pes ederek oturduğumda ayak bileğimdeki zincirle oyalanıp düşünmemeye özen gösterdim. Bir süre işe yaradı ama sonra dayanamadım.
Katili yakaladığımızda son kararı ben vermiştim. Belki de onu öldürmek istemeseydim, şimdi elimizde okserin panzehiri bulunuyor olabilirdi. Böylece beni kurtarmak için tehlikeye girseler bile bir şekilde iyi olacaklarını bilirdim. Şimdi bunun hiçbir garantisi yoktu ve dayanamıyordum.
Burda elim kolum bağlı bir halde otururken kim bilir Hoshi hangi acımasız planını işliyordu.

Kalbim sıkışıyordu sanki. Benim yüzümden diğerlerine bir şey olursa kendimi nasıl affedecektim? Okseri kullanmak yerine Jaemin'e götürseydik her şey daha iyi olmaz mıydı? Pişmanlık.
Pişmanlık bir virüs gibi yayılıyordu tüm beynime. Kimsenin canı yanmasın, bir şekilde başarsınlar istiyordum ama imkansızdı. İllaki birileri vurulurdu. Bunun benim yüzümden olacağı gerçeği çok ağırdı.

İşe yaramayacağını bilmeme rağmen zinciri zorladım. Bu sırada aşağıdan gürültülü bir kapı sesi geldi. Artık her ne halt ettiyse geri dönmüş olmalıydı.
Ne yazık ki ilk geldiğim yerde değildik. Adresi bilmemin tehlikeli olabileceğini de hesaba katmıştı. Birkaç saat önce gözlerim ağırlaşmış ve inanılmaz derin bir uykuya dalmıştım maalesef, o sırada yerimiz değişmişti işte. Uyandığımda bu karanlık odadaydım ve hayretle sol ayak bileğimdeki kalın zincirle bakışmıştım.

Odanın kapısı açıldığında bilerek bakmadım o yöne. Birkaç adımda, yatağın önüne çökmüş bedenime yanaştı ve karşıma çömeldi.
Yakında olduğu için ne haltlar yediğini anlamak adına üstüne baktım. Gömleğinin yakasında kan lekeleri vardı ama yüzü temizdi. İster istemez kalbim sıkıştı ama belli etmemeye çalıştım.

"Changbin, Seungmin ve Jeno'yu karşılamaya gittim. İyi dayandılar doğrusu ama bana karşı gelebilmeleri imkansız değil mi. Chan yoktu, ne yazık ki. Gelir diye düşünmüştüm."

Dudaklarımı dişledim. Hiçbir şey sormayacaktım. İstediği buydu. Meraktan ve endişeden aklımı şaşırmamı bekliyordu. Bana bunları anlatma sebebinin bu olduğuna ve olanları çarpıttığına adım gibi emindim.

"Çok yakında, sevdiğin biri katılacak aramıza. Ne kadar düşünceliyim görüyor musun, yalnız kalmana gönlüm el vermedi."

Ne demek istediğini anlamamıştım ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Kim bilir ne yapmıştı. Düşünemiyordum artık.
Sessiz ve ifadesiz kalmaya devam ettim. Bir kere düşmüştüm tuzağına. Bir daha asla düşmeyecektim.

"Bana bir iyilik yap", dedi yere oturup.
Sağ elimi kavradığında çekmeye çabalamadım bile. Bu halimle ona karşı çıkacak değildim. O aslandı, ben gelincik.

"Saatler oldu. Tatlı kokun susuzluğumu arttırdı."

Sıkmaktan çenem ağrımıştı. Beni ısırmasını istemiyordum ama yapacak bir şey gelmiyordu aklıma. Avantajlı taraf oydu ve görünen o ki kaçış da yoktu.
Sessizliğimi sürdürerek başımı çevirdim. Koyu kırmızı perdeye verdim odağımı. Bileğimi saran soğuk parmakları elime indi, dişlerinin bıraktığı yere yaklaştığını hissettim. İçim ürperdi ve anında aklıma saçma bir fikir geldi. Hemen ona dönüp diğer elimle bileğimi kapadım.

"İzin veriyorum", dedim ifadesiz gözlerine bakarken.
"Isırabilirsin."

İşe yarayacağından emin değildim. Sonuçta onunla aramızda nefretten başka bir şey yoktu. Yinede şansımı denemiştim işte. Hem bu, Chan'ı da özgürleştirirdi belki.

Banginho StoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin