~172~

346 50 223
                                    

Kasvetli bir eylül sonuydu. Yağan şiddetli yağmura ve gökgürültüsüne rağmen mışıl mışıl uyumuş olmam garipti. Öyle yorgun ve bitkin hissetmiştim ki göz kapaklarım açılmamakta ısrar etmişti. Ta ki yağmurun sesi azalana kadar, yarı bilinçli bir halde yorganın içine gömülmüştüm.

Nihayet gözlerimi aralayabildiğim vakit kapalı perdeleri inceledim bir süre. Bugün tatildeydim ve yapacaklarımı sıraya koymam gerekiyordu. Ne kadar düşündüm bilmiyorum ama en sonunda odanın kapı sesi kulaklarıma ulaşınca dönüp diklendim.

"Tünaydın. Nasıl hissediyorsun?"

Elinde koca bir bardak meyvesuyuyla yanıma oturdu. Elimle omzumu yokladıktan sonra üstümdeki beyaz tişörtü aşağı çekiştirip baktım. Ne bir insana ne de herhangi bir hayvana ait olmadığı bariz belli olan diş izi ordaydı. Nerdeyse iyileşmiş gibiydi.

"İyiyim", dedim tişörtü düzeltip. Garip bir şekilde iyiydim cidden. Düne göre zerre halsizlik yoktu ve uykumu çok iyi almış gibi hissediyordum.

"Bunu iç, iyi gelir belki."

Bir şey söylemedim. Uzattığı bardağı alıp birkaç yudum aldım. Portakal suyuydu. Aslında böyle bir anlayış vardı ama tıbben mantıklı bir açıklaması olduğundan şüpheliydim. Ayrıca kan vermiş sayılmazdım ben. Oldu olacak çikolata da verseydi.

"Muhtemelen soruların vardır."

Başımı hafifçe onaylar anlamda sallayıp bardağı komodine bıraktım. Aslında biraz daha şekerleme yapmak istemiyor değildim ama çoktan öğlen olmuştu ve uyuşuk davranmak için hiçbir sebebim yoktu.

"Garip değil mi? Yani baksana bana, çok iyiyim. Omzumun acıması ya da tekrar kanaması gerekmez mi? Tamam, ısırdığın zaman inanılmaz acıdı, aşırı yorgun hissettim ama bir günde hepsi geçti. Nasıl mümkün oluyor bu?"

Söylemediğim bir şey daha vardı ancak meraklı değildim. En azından şimdilik.
Tıpkı benim gibi sırtını yatak başlığına yasladı ve bacaklarını uzatırken ellerini de başının arkasında birleştirdi.

"Yorgun hissetmen gayet normaldi çünkü bir anda yaklaşık dört yüz elli mililitre kan kaybettin. Omzun iyi durumda çünkü pansuman yaptım. Ayrıca vampirlerin özelliği bu. Dişler kana ulaşabileceğimiz şekilde, senden bir parça koparacak kadar kalın değil."

Başımı sallayıp onayladım yavaşça. Mantıklıydı ama aklıma takılan başka bir mesele daha vardı. Geçmişte, Jeno'da gördüğüm izler bendekinden daha farklıydı ve anlattığına göre bayağı da kanamıştı.

"Peki Jeno'nun canı neden o kadar yandı?"

Kaldırabileceğimden emin olmasam da öğrenmek istiyordum. Artık bilmediğim şeyler olmasına dayanamazdım. Acı verecek olsa dahi bilmeliydim. Hatta ısırığın nasıl hissettirdiğini öğrenmek istememin bir nedeni de buydu.

"Bizim aramızda sevgi var", dedi gözlerimin içine bakarken.
"Üstelik senin izninle hareket ettim. Bunu istemek de çok büyük fark yaratır. Zaten Hoshi'nin amacı Jeno'nun acı çekmesiydi. Yorgunluğu da yaraya bakmayı da umursamamıştır."

İstemsizce Jeno için kötü hissettim. Aslında daha büyük bir sorumluluk almam lazımdı o zamanlar. Kısmen de olsa benim yüzümden o delinin eline düşmüştü. Gerçi ben engellesem de Jaemin'den ayrılacağını sanmıyordum. Sorun da burda başlıyordu. Kimseyi suçlayamıyordum çünkü sözümü dinlemiş olsalar bile aynı tehlikeye göğüs germek zorunda kalabilirlerdi. Peki neden? Benim yüzümden. Sırf Chan'dan ayrılmak istemediğim için. En azından onlardan ayrılmayarak kendilerine bir güvenlik sağlamış oluyorlardı. Gerçi bu durum artık Felix için geçerli değildi.

Banginho StoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin