~62~

570 83 121
                                    

Jaehyun'u öptüğüm için kaos çıkacağını tahmin etmemiştim. Garip bir şekilde, daha önce kafeye hiç gelmemiş olan Taeyong ve mesajına yanıt vermediğim için Jeongin'den nerde olduğumu öğrenen Chan bizi dudak dudağa görmüştü. Doyoung ise kafeyi terk etmişti.

"Güven", demişti direksiyondaki parmaklarını sıkıp gevşetirken. Sanırım sinirlenmişti. İyi de onu kızdıracak ne yapmıştım? Alt tarafı basit bir mesajdı yanıtlamadığım.

"En önemli şey güven demiştim Minho. Sense daha ilk günden kural çiğniyorsun."

Dudaklarımı ısırmayı bırakıp yolu izlerken sessiz kalmamak adına cevap verdim ona.

"Hangi kuralmış o?"

Öylesine sorduğumda bakışlarını kısa bir an üstümde hissettim.

"Nerde olduğunuzu sorduğumda cevap vermeniz gerekir. Başınıza iş açmadığınızdan veya yakalanmadığınızdan emin olmalıyım çünkü. Anladın mı?"

Sanki çocuktuk. Çok sevgili aile üyelerini bilmiyordum ama Seungmin, Jeongin ve ben başımızın çaresine bakabiliyorduk.
Gözlerimi devirip telefonumu çıkardım. Seungmin yarım saat önce Chan'ın beni bulmaya geldiğini söylediği bir mesaj yazmıştı. Salak kafam daha önce bildirim sesi duyduğumda baksaydım, ortalık karışmamış olurdu belki.

"Başımın çaresine bakabiliyorum Chan, beni korumana gerek yoktu", dedim vicdanımı rahatlatmak için.
Araba ani bir frenle durduğunda emniyet kemerim sağolsun ön cama yapışmaktan kurtulmuştum. İsterik bir şekilde gülmeye başladığında sorgulayan bakışlarımı diktim yüzüne.

"Bıraksaydım da Taeyong oracıkta parçalasa mıydı seni? Neyseki bir hukukumuz var da bana itimat ediyor."

O Taeyong delisi de tam zamanını bulmuştu zaten. Jae'nin söylediğine göre daha önce hiç gelmemişti kafeye. Ama beni çekiyordu, bela beni ısrarla çekiyordu.
Emniyet kemerimi çözüp kapıyı açtım ve arabadan indim. Ben buna katlanamazdım. Bana iyilik yapıyordu sözde, sonra da yüzüme vurup kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu.
Anayolda nereye bile gittiğimi bilmeden ilerlemeye başladığımda peşimden geldi.

"En ufak şeyde çekip gidecek misin böyle? Nerde o güçlü, yıkılmaz Minho?"

Durup arkamı döndüm ve kıstığım gözlerimle baktım yüzüne.

"Derdin ne senin?"

Aramızdaki bir iki metreyi kapamış ve az önceki alaylı ifadesi kaybolmuştu. Tamamen ciddiydi.

"Bana yalan söyledin", dedi aynı ciddiyetle.
Kaşlarımı çatıp neyden bahsettiğini anlamaya çalıştım.

"O çocukla aramda bir şey yok dedin, bugünse ikinizi..."

"Tanrım! Hayır! Yalan söylemedim. Jaehyun'la aramızda gerçekten bir şey yok."

Ah cidden! Jaehyun'un başıma bu kadar dert açmış olması inanılmazdı.

"Onu öpüyordun", dedi sinirle. Sesini yükseltmişti ve açıkcası bu beni şaşırtmıştı. Onu ilk defa böyle görüyordum.

"Yalan söyledin ve hala inkar edi..."

Yapmıştım bir delilik.
Aramızdaki zaten az olan mesafeyi kapayıp bileklerini tuttum ve gözlerim kapanırken dudaklarına bastırdım dudaklarımı. Çok ani geliştiğinden olsa gerek tepki verememişti. Zaten uzun uzun öpecek değildim onu. Bu yüzden geri çekildim ve yüzündeki şaşkın ifadeye baktım.

"Gördün mü", dedim bileklerini de bırakıp birkaç adım geriledikten sonra.
"Bizim aramızda da bir şey yok ama öptüm seni."

Nihayet tepkisi değişmiş ve tek eliyle rüzgar yüzünden bozulan saçlarını geriye tararken arkamda kalan yola bakmıştı kısaca.

Banginho StoriesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin