8. Bölüm - Saldırı

7.2K 767 50
                                    

Kemerli giriş kapısının yanına geldiğim an bir patlama daha oldu. Yukarıda bulunan taş bloklardan birkaç tanesi aşağıya düşerken altlarında kalmaktan son anda kurtuldum ve kendimi diğer askerlerin bulunduğu siperlerde güvenli bir yere zor attım.

Askerlerden birisi, "Kalkanı kırmaya çalışıyorlar. Bunu başarabilirler mi?" diye sordu korkudan titreyen sesine engel olamadan.

"Onların teknolojileri bile o kalkanı kıramaz. Bu konuda rahat olun." diye cevap verdim.

Kalkanı kırabilecekleri değildi korkum. Deniz adamlarının oradan geçebilecek olmalarıydı.

İnsanlar bunu henüz keşfedememiş olmalılardı. Yoksa boş yere kalkanı bomba yağmuruna tutmak yerine, bir bölük deniz adamı gönderseler ve onlarda kalkandan geçecek olsalar... İşimiz çoktan bitmişti.

Bu bilgiyi, yakaladıkları kardeşlerimden birinden almalarının ve iki ile ikiyi toplayarak, dörde ulaşmalarının ne kadar vakitlerini alacak olduğu konusunda bir fikrim yoktu. Elbette bir süre sonra içlerinden birisi de benim gibi düşünecek ve deniz adamlarının kalkanı geçebileceği ihtimalini değerlendirecekti.

Yakaladıklarının hepsi bu bilgiyi vereceklerine ölmeyi tercih ederdi. Ancak maalesef amaçları bizi öldürmek değildi. Bu da öğrenmek için çok daha yaratıcı yollara başvurmalarını sağlardı.

Kahretsin burada kapana kısılmıştık.

Bir süre sonra bombaların sesi kesilince, nefesimi tutarak bekledim. Bombalamaya devam etmelerini umuyordum ki beklerken mucizevi bir şekilde aklıma bir kaçış planı gelsin.

Bekledim.

Bekledim.

Hızla doğrulup siperden çıkarak, hemen yanımızdaki binaya girdim ve onları görebileceğim bir yüksekliğe ulaşana kadar merdivenlerden çıktım.

İşte tam karşımdalardı. Beş büyük gemi... 

Lanet olasıca kocaman gemiler...

Ve hemen altlarından bize doğru gelen binlerce deniz adamı vardı.

Hepsi kalkanın etrafında toplanana kadar beklediler.

Nefesimi tutarak onları izlemeye başladım. Tek umudum, kalkanı geçemeyecek olmaları ve en iyi ihtimalle hepimizin bir süre sonra açlıktan ölecek olmasıydı.

Ancak, içlerinden biri biraz önce çıkarak elini yavaşça kalkana doğru uzattı. Net olarak seçemiyordum ama hiçbir sorun yaşamamış gibi görünüyordu. Ardından biraz daha yaklaştı ve kez kolunun kalkandan içeri rahatlıkla girebildiğini gördüm.

Bir küfür savurarak hızla çıktığım merdivenleri indim ve siperde bekleyen askerlere, "Geliyorlar. Herkes savunmasını alsın!" diye seslendim. Bir sütunun arkasına geçip belimdeki silahların emniyetlerini açarak, uçlarına mermi sürüp beklemeye başladım.

Elimizdeki silahlardan hiç biri onları durdurmaya yetmezdi ancak en azından oyalayarak, diğerlerine kaçmaları için bir fırsat yaratırdı.

Şehrin kapısı, bir patlama sesiyle savrulurken, etrafa yayılan taş ve moloz parçalarından korunmak için arkasında olduğum sütuna iyice yapıştım.

Tekrar doğrulduğumda toz bulutları arasından ateş etmeye başladım.

Hedeflerimizi vurmakta zorluk yaşamıyor olsak da tıpkı düşündüğüm gibi sadece onları oyalayabiliyorduk.

O sırada, üstümüze kâbus gibi gölgeleri düşen gemileri gördüm. Şehrin hemen üstünde kocaman karanlık bulutlar gibi yükseliyorlardı.

Tıpkı bizim gibi deniz adamları da hedeflerini vurmakta sorun yaşamıyorlardı. Tek farkla... Onların vurduğu herkes düşüyordu. Ellerindeki silahlar bizi öldürmek için değil sadece bayıltmak içindi. Ancak bizimkilerin aksine aynı zamanda bizi durdurmaya da yarıyordu.

TUFANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin