"İnsan o kadar acı çeker ki tüm canlılar arasında yalnız o, gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır." demiş Nietzsche.
Ancak o denizaltına girip içeride kimseyi bulmayınca artık biliyordum ki ben hayatım boyunca bir daha asla gülümseyemeyecektim bile.
Acı bir kabullenişti belki ve ben çoktan kabullenmiştim acımı.
Bu zamana kadar çektiğim acılar beni yüzeye çıkarmaktan ve tecrübe olmaktan başka bir işe yaramamıştı, ancak biliyordum ki bu sondu.
Benim sonum.
İçimi kaplayan soğuk bir boşluk oluştu önce, sanki üşüyor gibiydim.
Aklımı çoktan bir kenara koyup, bu huzursuz havayla doldurdum ciğerlerimi.
Ruhum ağırlaşmış, bedenime sığmıyordu sanki.
Artık öfkeler anlamsız, nedenlerim gereksiz, cevaplarımın olmaması sorun değildi.
Gözyaşlarımı içime akıtmaya devam ederken her şey önemini çoktan yitirmişti.
Greta ve diğerlerinin gelip, beni kollarımı kendime doğru çektiğim bacaklarıma dolamış ve gözlerimi boş boş karşımdaki duvara dikmiş halde bulduklarında, aradan saatler mi yoksa günler mi geçtiğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu...
Öylece bir köşeye sinmiştim ve tamamen hissizleşmiş gibiydim.
Kimse bir şey sormadı...
Kimseye bir cevap vermeme gerek yoktu.
İstedikleri bütün cevapları gözlerime bakarak alabilirlerdi.
Greta gelip üstüme bir battaniye örterken bu kez bana söyleyip, silkelenip kendime gelmemi sağlayacak bilgece sözleri yoktu...
Tammuz'un bile üstüme diktiği bakışlarının farkındaydım ancak ağzını bıçak açmıyor, söyleyecek tek bir iğneleyici laf bulamıyor gibiydi.
Herkes beni acımla yalnız bırakıp hızla işe koyulmaya çoktan başlasa da Tammuz bu süre boyunca bakışlarını bir saniye bile üstümden çekmedi. Her tepkimi, her bakışımı ve her hareketimi sanki değerlendirir gibi dikkatle izliyordu.
Cade'i bulamayacağımızı biliyordu ve nasıl bir karşılık vereceğimi gözlemliyordu. Bundan adım kadar emindim.
İşin en tuhaf kısmı burada gerçekten bir tesis bulunmasıydı.
Grubun diğer üyeleri neyse ki tesisi kontrol etmeyi akıl edebilecek kadar kendilerindelerdi ama ben değildim.
Bundan sonra da biliyordum ki asla olmayacaktım.
Bianca gelip hemen yanıma oturdu. Bakışlarımı yavaşça kucağında tuttuğu bebeğe çevirdim.
Sormama bile gerek yoktu. Pembe peluş bir battaniyeye sarılan bu göz alıcı güzellikte ki minik beden Dayana'nın kızıydı.
Alina'ydı...
Parmaklarım ona uzanmak için kıvransa da bakışlarımı çevirdim ve Tammuz ile göz göze geldim...
Bir sebebim kalmadığını, artık içimden gülümsemek bile gelmediğini en az benim kadar biliyordu...
O gün, iki yüze yakın denizkızını hiçbir çatışmaya girmeden kurtarmışlardı. Bu da tesisteki askerlerin çoktan orayı boşalttığı anlamına geliyordu.
Greta çoktan kontrolü eline almıştı.
Biz, denizaltına alabileceğimiz kadar deniz kızını alıp dönerken, bir başkası geride kalan herkesi almak için çoktan yola çıkmıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...