Bölümü ortada kesmek istemediğimden, her zamankinden çok daha uzun bir bölüm yayınlıyorum. Sanırım okuyunca nedenini anlarsınız. Ayrıca umarım böylece bölümlerin kısa olduğunu söyleyen herkesin de az çok gönlünü almış olurum.
Keyifli okumalar ;)
En sonunda vücudum kesikler, damgalar ve şişlenmiş uzuvlarla doluydu. Ellerimi oynatamıyor, kaslarım bu kadar ağrımasa onları da hissedemiyor olurdum.
Yemek ya da su gibi lükslerimse zaten yoktu ve bu yüzden iyice güçsüz kaldığımdansa bahsetmeme gerek yoktu.
Bir ara kendime geldiğimde, Kingu'yu tam karşımda bir sandalyede oturmuş dikkatle beni izlerken buldum.
Sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi samimi bir tavrı vardı ve gülümseyerek, "Risk alan birisin değil mi Alina? Sonuçta tek başına bana kafa tutabileceğini düşünüp de yalnız olarak etrafta dolaşabilecek kadar kendine güvenmenden bunu anlıyorum." dedi.
Hafifçe sırıtarak, "Pek sayılmaz. Sonuçta savaşlarda risk alan korkaklardır." diye sevdiğim Roma felsefesinden ufak bir alıntı yaptım.
"Ve cesaret savunmanın bir surudur." diye bir başka Roma felsefesi alıntısı yaparak karşılık verdi.
Demek felsefeyi seviyordu. Tanrılara olan takıntısı yüzünden muhtemelen bir Yunan felsefesi hayranı olacağını düşündüm. Ya da en şanslı tahminim bu yöndeydi.
Umursamaz bir tavırla elimden geldiği kadar omuzlarımı silkmeye çalışıp dudak bükerek, "Yunanlardan iyidir." diye karşılık verdim.
"Yunanlar, rasyonel düşünceyi icat ettiler Alina." dedi. Sesindeki o kınar gibi olan ton; bir Yunan felsefesi hayranı olduğu konusunda yanılmadığımın kanıtı giyidiydi.
Arsızca sırıtıp, "Yine de Romalıların çok daha büyük bir imparatorlukları oldu." derken kapı açıldı ve içeri giren işkencecilerime kaydı bakışlarım.
Göz ucuyla Kingu'nun sandalyesinden kalktığını gördüm. Kapıdan çıkmadan önce son kez bana bakıp, "Yunanlarla ilgili sevmediğim tek şey dramasıdır. Çünkü her şey sahne dışında olur." demeyi ihmal etmedi.
Demek bir gösteri adamıydı ve bunun benim için çokta iyi bir haber olmadığı belliydi.
Saatler süren bir başka işkence deneyiminden sonra tekrar kendime geldiğimde o an içimden, "Bir insan olmak çok daha iyi olurdu." diye geçirmemin sebebi; çoktan ölmüş olacağımı bilememden kaynaklanıyordu.
Bir insan gibi ölemiyor, bir ölümsüz gibi iyileşemiyordum ve lanet olasıca arafta kalmış gibiydim.
Ancak hala yaptıkları, ya da yapabilecekleri o kadar işkence arasında tek korkum Kingu'nun dediğini yapabilecek olmasından kaynaklanıyordu. Pislik herif gerçekten aklımı kaybetmemi sağlayabilir ve beni fahişesi yapabilir miydi?
Amacı en sonunda kırılmamdı ve anladığım kadarıyla bunu hala yapamamıştı...
Ancak bunu yapmanın yaratıcı bir yolunu bulabilecek olması düşüncesi ise korkudan dizlerimi titretmeye yetiyordu.
Ben nasıl yapabileceğini biliyordum ve kafam hala onun da yakında bunu akıl edebileceğini düşünebilecek kadar çalışıyordu.
Tesiste ilk tutsak alındığımda en büyük korkumla resmen yüzleşmiştim.
O da birinin bana isteğim dışında dokunmasıydı. Ve biliyordum ki Kingu'nun bir süre sonra bu yola başvurması işten bile değildi...
Burada bulunduğum süre içindeyse bir diğer korkum olan yalnızlıkla yeterince yüzleşmiştim. Babam içeri giremeyecek bile olsa burada olduğumu biliyordu ve benim için kılını bile kıpırdatmıyor olduğunu biliyor olmamın verdiği acı; yapılan işkencelerden çok daha fazla canımı yakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...