Aramıza yeni katılan insanlar arasında, savaşacak kadar iyi durumda olan sadece on iki kişi vardı. Ve sabırsız hareketlerle beni atış parkurunun önünde bekliyorlardı.
Bu üç gün içinde; başlangıç için onlara kendilerini fiziksel olarak savunmayı öğretmekten çok, elimizden geldiği kadar ateş etmeyi öğreterek eğitime başlamak elbette en mantıklı olandı.
Gemiye gelecek bir saldırı karşısında başlarının çaresine bakabilmeliydiler. Bu, en kötü seneryoydu elbette ancak hazırlıksız olacağımıza tedbir almak en iyisiydi...
Tam Greta'ya "Hoşça kal." demek üzereyken geçip insanlarınla birlikte durmaya başladığını gördüm.
Tek kaşımı sorgularcasına kaldırıp ona bakmaya başladığımdaysa; etrafındaki insanlara mahcup bir gülümseme gönderdikten sonra bana kızgın bir bakış atıp, "Bu zamana kadar hiç ihtiyacım olmadığını düşündüğümden böyle bir eğitim almadım. Ancak görüyorum ki artık o kadar şanslı değilim." demesine ise sırıtmadan edemedim.
Hatta tıpkı onun her zaman bana bir şeyler açıklarken takındığı o ukala tavırla, "Pekala o halde dikkatli dinlemeni tavsiye derim." demektense kendimi alamadım.
Gözlerim grubun üstünde gezinirken, gerçekten de Cade'in dediği gibi bana tuhaf bir hayranlık duyuyor oldukları bakışlarından belliydi.
Hatta adada, o küstah tavırlarıyla bir Tanrıça olduğum için tüm nefretini bana kusan Martin bile şu an mahcup bir tavırla karşımda huzursuzca kıpırdanıyordu.
Takındıkları bu tavırlarının hoşuma gittiği söylenemezdi. Belki de alışık olmadığımdandı ancak saygı göstermek demek, benim kitabımda el pençe durmak anlamına gelmiyordu.
Bu yüzden içten bir şekilde gülümseyip göz kırparak, "Nasılsın Martin?" diye sordum.
Sanki onu hatırlamama şaşırmış gibi bir an duraksayarak gözlerini kırpıştırdı ve nihayet en sonunda gülümsese de maalesef, "İyiyim efendim. Siz nasılsınız?" diyerek karşılık verdi.
"Alina." dememe ise her nasıl başardıysa daha çok şaşırdı.
"Anlamadım?"
"Adım Alina." deyip duraksayarak resmen çenemi ağrıtacak şekilde her birine teker teker bakarak gülümsedim.
"Ben, efendiniz değilim. Kimse değil. Siz kendinizin efendisisiniz. Bu yüzden bana ismimle hitap edin ve bir Tanrıça olduğum gerçeğini unutun."
Bu kez sanki afallamış gibi; ne yapacaklarından emin olamadıklarını anlayabildiğim bir ifadeyle birbirlerine huzursuz bakışlar atmaya başladılar.
Tanrılar aşkına!
Bu iş hiç iyi gitmiyordu...
Greta'da durumu anlamış gibiydi belli ki çünkü kendini müdahale etmekten alıkoyamadan, "Zaten genetik olarak çok da farklı değiliz." diyerek omuz silkti.
Bu da nedense bana az önce muzla ve insan DNA'sı ile ilgili söylediği bilimsel gerçeği bir kez daha hatırlattı. Ancak şu an bu konunun üstüne düşünmemek çok daha iyi olacaktı.
Yine de sadece deniz kızlarıyla ilgili bir açıklama yapmış olduğunu ummak acaba çok mu iyimser bir yaklaşımdı?
"Neticede sen bir Tanrıçasın." diye teselli ettim kendimi içimden. Ardındansa hemen konuya girmenin en iyisi olacağını düşünüp, biraz ileride duran masaya giderek üstündeki silahı aldım ve anlatmaya başladım.
Maalesef bir silah kullanmak; ucunu karşındakine doğru tut ve ateş etten ibaret değildi.
Gruba, "Daha önce hiç silah kullanmış olanınız var mı?" diye sorsam da aslında bunun boş bir soru olduğunu biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...