41. Bölüm - Kaçak

5.9K 673 58
                                    

Önyargı; yemeğin tadına bakmadan atılan tuz gibidir. Bekli de lezzetli olup olmadığını hiç anlayamayacağımız bir tadı baştan mahvetmektir. Aslında sadece hem kendimizi farklı bir deneyimden mahrum bırakılmakla kalmayız, aynı zamanda o yemek için emek veren kişinin de çabasını daha baştan yok sayıp çöpe atarız. 

Ya da tıpkı sadece kenarını görebildiğimiz bir resimdeki gri rengi beton sanırken, resmin tamamına baktığımız da özgürce uçan bir güvercinin kanadı olduğunu anladığımızda, farkında bile olmadan yapmış olduğumuz en kötüyü düşünme dürtümüz gibi...

Ne kadar önyargılı davrandığımı anlamama çok az kalmıştı...

İki haftanın sonunda ise en azından Trever'ın döndüğünü öğrenmem için kapımın çalınması ve karşımda Trever'ı bulmam gerekmişti.

Yüzündeki kusursuz gülümseme ve her zaman ki flörtüz tavrıyla, "Selam tatlım beni özlemiş olduğunu düşünüyorum." demesi ise yapacağım konuşma için kesinlikle cesaretlendirici değildi.

Bu konuşmayı iki hafta boyunca kafamda kurup durmuştum. Onunla bu konudaki konuşmalarımın hiç birinde tam olarak başarılı olmuş sayılmadığım için her şeyi kafamda oturtmuştum. Ancak şimdi hiçbir şeyden haberi olmadan neşeli bir tavırla karşımda dikilmesi; birden afallamama ve sonrasında onu kaybedip, bu keyifli halleriyle günümü katlanılır kılmasını özleme korkusuyla tedirginlikle dolmamı sağlamıştı. 

Bir anda ezberlediğim tüm cümleler uçup gitmiş gibiydi ve tam olarak konuya nasıl girsem, hemen şimdi mi konuşsam, ya da beklesem mi hiçbir fikrim yoktu.

Birkaç kez konuşmayı unutmuşum gibi ağzımı açıp kapatmamdan sonra yaptığı ise "O kadar çok mu özledin." diye sormak ve durumu tamamen yanlış anlamak olmuştu.

Tanrılar aşkına! Ne söyleyecektim ki?

Ben konuşamayınca, "Hadi gel biraz temiz hava alalım. Ne dersin?" diye sordu.

Açıkçası ona karşı dürüst olmam gerektiğini biliyordum ve bu konuşmayı daha uygun ve ruh halime kesinlikle çok daha iyi gelecek bir yerde yapmak ikimiz için de en iyisi olacaktı.

Kafamı sallayarak onaylayıp dışarı çıktım. Terasa giden yol boyuncaysa özellikle konuşmayıp kafamdan konuya nasıl girebileceğimi tekrar düşünüp durdum.

Nihayet açık havaya çıktığımızda ise Trever bakışlarını sonsuzluğa uzanır gibi görünen okyanusa dikip, "Bana bir açıklama yapmak için bu kadar gerilmene gerek yok Alina." diyerek ağzımı şaşkınlıktan açık bıraktı.

"Biliyor musun?" diye sordum.

Her zaman ki oyuncu tavırlarından işte şimdi eser yoktu. Yüzünde kendini az çok belli eden bir hüzün vardı ve bu kesinlikle karman çorman olan duygularıma iyi gelmiyordu. Ancak ondan başka ne bekleyebilirdim ki? Bana dönen bakışlarında ki ıstırap yeterince şey bildiğini zaten anlatıyordu.

"Sana gelmeden önce Greta gayet aydınlatıcı bir açıklama yaptı diyelim." demekle yetindi.

Greta'nın burnunu sokmadan duramamıştı demek ki... Sanırım ona söylediğim şeylerin aramızda kalması gereken kısımları, konu yakın akrabalar olunca önemini kaybedebiliyordu... Belki de kuzenini önceden hazırlıklı olması için uyarmasını çokta yadırgamamalıydım.

"Peki, ne söyledi?"

"Onun ne söylediğinin benim için bir önemi yok, önemli olan senin ne söyleyeceğin."

Trever duygularımla ilgili dürüst olmamı hak ediyordu.

Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Bunu yapabileceğimi sanmıyorum Trever."

TUFANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin