Nihayet odama geldiğim de tek planım bir duş alıp kendimi yatağa atmaktı. Üstüme bir gecelik geçirip de hayallerimle aramda bir adım mesafe kala kapım çalmaya başladı.
Gözlerimi devirip derin bir iç çekerken üstüme bir sabahlık geçirip kapıya doğru yöneldim. Neden bilmiyorum ancak kapıda Trever'ı görmek beni şaşırtmıştı. Gözlerinde hınzır bir parıltıyla kenara yaslanmış elinde ise bir şarap şişesi tutuyordu.
Şişeyi hafifçe kaldırıp işaret eder gibi sallayarak, "Ne dersin?" diye sordu.
Kararsızdım... Ağzımı bir cevap vermek için her açtığımda yine o müthiş ikilemlerimi yaşıyor ve bu yüzden kendime gittikçe daha çok kızıyordum. Benim derdim neydi? Niye kendimi tutuyor ve bende yoluma devam edemiyordum?
Hafifçe yana çekilip geçmesi için yolu açtım. Trever'ın gülümsemesi daha da genişlerken, sanki her an kararımı değiştirebilirmişim gibi hızla içeri girdi. Ben; daha kararsızlığımın sebep olduğu daldığım düşüncelerden sıyrılıp da kapıyı kapatamadan, o çoktan mutfak olarak kullanılan ufak tezgâhtan iki bardak alıp içkilerimizi koymaya başlamıştı bile.
Her şeyi boş vermeli ve bir kez olsun ben de anın tadını çıkarmayı denemeliydim.
Hem denemeden bilemezdim değil mi?
Trever'ın uzattığı bardağı alıp, ikili koltuğun kenarına geçerek bacaklarımı toplayarak oturdum. Kafamı kaldırıp ona baktığımda Trever'ın hala ayakta dikildiğini ve dikkatle beni izlediğini gördüm.
Bakışları kararmıştı. "Belki de üstünü değiştirmelisin tatlım."
Başımı hafifçe eğip üstüme baktım. Gerçekten hayal gücüne pek bir yer bırakmayan şu meşhur geceliklerden birini giyinmiştim. Üstüne geçirdiğim sabahlıksa çok işlevsel durmuyordu. Ancak elimdekiler bunlardı. Tabi çıplak yatmak istemiyorsam... Ayrıca kıyafet seçimimdeki değişikliğin kameralardan beni izleyen şahsiyetin kuşkulanmasına sebep olabileceğinin de farkındaydım.
Omuz silktim. "Sen umursamazsan ben de umursamam."
O nefes kesici gülümsemelerinden biri yüzüne yayılırken, "Kesinlikle umursarım, ancak düşündüğün şekilde değil." dedi ve sanki kendi odasındaymış gibi bir rahatlıkla geçip tam yanıma oturdu.
Elimde ki içecekten bir lokma alırken, "Günün nasıldı?" diye sordum.
Bana yandan huzursuz bir bakış attı. Aslında öylesine bir soruydu. Sohbet etmek amacıyla açmıştım. Ancak bir cevap vermek için yaşadığı kararsızlıktan doğan gerilimi hissedebiliyordum. Odam kameralar ve dinleme cihazlarıyla doluyken Cade ile ilgili Trever'ı konuşturmak hiç mantıklı değildi. Aslında belki onu odama almak bile başlı başına bir riskti ancak artık bu konuyu umursamamaya karar vermiştim. Her şey olacağına varacaktı.
"Aslını istersen hangi kısmından bahsettiğine göre değişir." diye cevap verdi.
Gülümsedim. "Genel olarak soruyorum. Belli kısımları için değil."
"O zaman iyi, kötü ve orta diyelim."
"Bu sıralamayla mı?"
Hafifçe sırıttı. "Kesinlikle. İyi bir sabah geçirdim, ardından günüm boktana döndü, geri kalanıysa orta kıvamlıydı. Elbette şu ana kadar." derken, aramızda hiç mesafe bırakmayacak ve sırtımı iyice koltuğun kenarına yaslamama sebep olacak şekilde bana iyice yaklaşıp, elini dizime koyarak dikkatimi çekmek ister gibi hafifçe sıktı ve "Şu an mükemmel." diye ekledi.
Hafifçe gülümsedim, kesinlikle iflah olmaz bir zamparaydı ancak bu ona kusursuz bir şekilde uyuyordu.
Alaycı ve vurdumduymaz bir havası olsa da ciddi olduğunda tavrı hızla değişir ve karşısındakine kendisini önemsetirdi. Ayrıca en sevdiğim yanı net olmasıydı. Yormuyor, oyunlar oynamıyor, ya da yalan dolanla uğraşmıyordu. Hatta bu onun gereğinden fazla açık sözlü olduğunun düşünülmesine yol açsa da; ne istediğini ya da ne hissettiğini söylemekten çekinmiyordu. İhtiyacım olan buydu. Trever ile her şey o kadar kolaydı ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...