Bir sonraki hafta ise antrenmanlarımız da ufak birkaç değişiklik daha yaptık. Ellerimizde; içi suda çözünür boya dolu jelatin kapsülleri olan silahlarımızla haftanın en az iki günü, büyüklüğü senaryonun niteliğine göre değişen faklı alanlarda ikişerli gruplara ayrılıp birbirimize karşı mücadele ediyorduk.
Senaryolar ise; bayrak yakalama, eleme, cephane limiti, belirli bir noktayı savunma ya da belirli bir noktaya saldırma, oyun alanına saklanmış belirli objeleri ele geçirme gibi varyasyonlar içeriyordu. Karşı takımın bayrağını ele geçirmeye çalışabiliyorduk. Hangi takım karşı takımın bayrağını vurulmadan ele geçirirse, o takım skor olarak öne geçiyor ve avantaj sağlıyordu. Bir başkasındaysa mücadele tek bir bayrağın ortada sabitlenmesi ve her iki takımın da aynı bayrağa yönelmesi ve alması şeklindeydi. Bu senaryoda da bayrağı alıp kendi başlangıç noktasına vurulmadan varan takım kazanmış oluyordu.
Oynanan varyasyona göre mücadele sadece saniyeler de sürebiliyor,ya da saatlerce devam da edebiliyordu.
İki gruptuk. Trever hala ortalıkta yoktu bu yüzden; Cade, Melinda, Marc, Jacob ve Will karşı takımdayken. Ben, Peter, Roy, Todd ve Sandy aynı takımdaydık. Nedense ben hariç herkes teker teker her gün takım kaptanı olurken, sıra bana geldiğindeyse bir şekilde başa dönüyorduk. Ne kadar da çocukça bir çabaydı...
Ancak buna rağmen yine de kendimi sürekli ebe olmak zorunda kalan o dışlanmış çocuklar gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Ancak elbette bunun bende yarattığı ruh halini belli etmemek konusunda iyi iş çıkartıyordum. Cade bir sorumluluk almamam için elinden geleni yapmaktan asla çekinmiyor, Melinda ise her mücadele de boşuna bir çabayla sürekli beni hedef alıyordu.
Takımımız hiç yenilmemişti. Ezici bir üstünlük sağlamıştık. Bunun sebebi ise tamamen Melinda'ydı. Çünkü mücadeleyi benimle kişisel bir rekabet haline getirmişti ve bu hem ona, hem de takımına dezavantaj olarak geri dönüyordu.
Genelde Cade ile sona kalanlar oluyorduk ve her seferinde, özellikle kafasında patlatmaya çalıştığım kapsülden büyük bir haz alıyordum. Çünkü lanet mermiler gerçekten acıtıyordu ve korunmak için kask ya da benzeri bir koruyucu giysi kullanmamız yasaktı.
Ben asla bir kavgayı kaybetmem mi demişti?
Ehhh... Artık bunu alışkanlık haline getirmiş olduğunu söylesem yalan olmazdı sanırım.
Bu süre boyunca, ne kadar inat etmiş olursam olayım Cuma günkü hiçbir partiye tekrar katılmadım.
Her gün Greta ile akşamüstleri odasında buluşuyorduk. Ancak bir arpa boyu kadar bile yol alamamıştık. Semiramis babam ile ilgili en ufak bir ipucu vermemişti ve üç elementi de kullanabilen ikinci sınıf bir Tanrıça olmam, babam hakkında bize gerçekten de hiçbir çıkış yolu sunmuyordu. Tek bir elementi kullanabilen her Tanrı ve Tanrıçanın, üç elementi de kullanabilen bir çocukları olabiliyordu.
Ben kesinlikle ümitsizdim ancak Greta bu konu da hala ilk günkü heyecanını koruyordu.
"Bizimki sadece bir teori Alina. Hangi Tanrıların kaç element kullanabildiklerini, ya da hangi elementleri kullanabildiklerini hala tam olarak bulabilmiş değiliz."
"Bu bir şeyi değiştirir mi emin değilim?"
"Bence bu bilgiye ulaşabildiğimiz an bir ilerleme kaydedebiliriz."
"Ya da yine bir çıkmaza gireriz."
"Ya da babanın seni bulmasını da bekleyebiliriz." dedi yılgınlıkla.
Gözlerimi dikip Greta'ya boş boş baktım.
"Biraz iyimser ol. Benim de keyfimi kaçırıyorsun."
"Elimden geleni yapıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...