Semiramis'in elinde tuttuğu bıçağa afallamış bir şekilde bakarken bileğinde bulunan yanık izi dikkatimi çekti. Kingu tarafından saldırıya uğradığım gün hangarın duvarlarında bulunan sembollerden biriydi.
Şu benim boş küme işareti olduğunu düşünürken, Greta'nın bana tuhaf bir bakış atarak o işaretin büyü çemberi olduğunu belirttiği semboldü bu. Ve Semiramis'in bileğine damgalanmıştı.
İnanamaz bakışlarım tekrar yüzüne döndüğünde kendiyle bir mücadele halinde gibi görünüyordu. Kafasını yine iki yana sallarken ağzını açıp güçlükle, "Ge- gerçekten çok ü- üz- günüm Alina." demesi ise bir süreliğine duyduğum son şey olacaktı.
Gözlerimi tekrar açtığımda ellerim ve ayaklarım, tenime değen iç kısımları bıçak kadar keskin zincirli kelepçelerle bağlanmıştı ve değdikleri yerlerde hissettiğin yoğun acı bana bu kısımların Medea ile kaplı olduğunu gösteriyordu.
İçimde katıksız bir öfke patlak verdi ve bir umut sahip olduğum tüm güçleri kullanmaya çalıştım ancak elbette boşuna bir çabaydı.
Semiramis'den kalan, karnımda ve göğsümde oluşmuş yaralar ise hala yanıyor ve acı içinde kıvramak istemem sebep oluyordu. Hiç birinin iyileşmemiş olması ise elbette şaşırtıcı değildi. Ne sahip olduğum güçleri kullanabiliyordum, ne de yaralarım iyileşiyordu...
O an Semiramis'in, Kia'nın başına gelenlerle ilgili anlattıkları ise kesinlikle karamsar düşüncelerime ışık tutmuyordu.
Gözlerim önce bileğimin üstüne bir bıçağın sıvri ucuyla kazınmış gibi görünen büyü çemberine takıldı, ardındansa dikkatle etrafıma bakınmaya başladım.
Kırmızı ve siyah cübbeler giymiş ve film senaryolarından fırlamış gibi görünen mürit tipli adam ve kadınlardan oluşan yaklaşık on beş kişilik bir ekiple birlikte, bir teknenin güvertesindeydim ve Semiramis ortalıkta görünmüyordu.
Yüzünü göremediğim içlerinden bir tanesi, kafasını hafifçe bana doğru çevirip alaycı bir ses tonuyla, "Kaltak kendine gelmiş sonunda." dedi.
"Şu kelepçeleri çözde sana kaltağın başka nelerde yapabildiğini göstereyim istersen." diye tısladım sıktığım dişlerimin arasından.
Bir kahkaha atarak yanıma gelip, yaralarla dolu karnıma geçirdiği sert tekme acıdan nefesimi kesse de öfke dolu bakışlarımı üstünden ayırmadım.
"Buradan bakınca pek bir halt yapabilecek gibi durmuyorsun."
Küstahça sırıttım. Bu taktiği Cade'den öğrenmiştim ve birini pataklarken bu şekilde tepki vermenin karşımdakini en azından öfkeden kudurtacağını biliyordum.
"O halde neden biraz daha yaklaşmıyorsun."
Taktiğim işe yaramış gibi görünüyordu, bir tekme daha atmak için yaklaştığı an elimdeki zincirli kelepçeyi bacağına doladım. Sırt üstü yere düştüğünde kollarımı boynuna geçirip çevirerek içimin hazla dolmasına sebep olacağından emin olduğum o kırılma sesini duymayı bekledim.
Bu sahip olduğumdan emin olduğum geri kalan son gücümdü, ancak en azından bu kadarını yapmam gerektiğinin azmiyle dolmuştum. Bununla birlikte tek duyduğum, bir silahtan gelen ateşleme sesi oldu.
"Kahrolasıcalar mermilerini bile Medea'ya bulamışlar..." diye düşünürken bakışlarım yine karardı...
Bu kez gözlerimi etrafta duyduğum koşuşturmacayla açtım.
Göz kapaklarımı aralamak bile lanet derecede canımı yakıyordu. Tek bir kasımı bile hareket ettiremiyordum ve denemek için uğraşmak sadece daha bitkin düşmeme sebep oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...