Yemekten sonra, Trever'ın odasında takılma üzerine kurulu ısrarlarını es geçerek tekrar kütüphaneye gittim ancak yine elim boştu. Bu karman çorman metinleri okudukça resmen beynim kanıyordu.
Bir kısmının hangi dilde olduğuyla ilgili fikrim bile yoktu. Belki de gerçekten Greta'dan yardım isteme vaktim gelmişti.
Odama döndüğümde ilk iş yerdeki toza basmadan içeri girmek ve yerleri iyice kontrol etmek olmuştu.
Kurşun kalemin içindeki grafiti toz haline getirip kapının iç kısmına dökmüştüm. Çok dikkat edilmediği sürece anlaması zordu. Ayrıca içeri girenin yakalanmamak için işini hızla halletmeye çalışırken buna dikkat etmeyeceğini de umuyordum.
Ancak yine de işimi sağlama almak için elimdeki kitabı sanki çok önemliymiş gibi gidip yatağın şiltesinin altına koydum. Yarın sabah yatağımı toplarken birkaç işaret daha koyacaktım.
Tüm bunlar işe yaramadığı takdirde bir sonra ki planım ise; odanın içine, kapının tam karşısına bir silah sistemi kurmak ve silahın tetiğini bir iple kapının koluna bağlamaktı. Kapı, bundan haberi olmayan biri tarafından açıldığında; kurşun tam beyninden vuracak ve odaya geldiğimde yerde beyninden vurulmuş birini ya da kanlı beyin parçalarını bulursam, işte o zaman birinin gizlice odama girdiğini anlayacaktım...
Birkaç gün sonra sabah yine saat beş buçuk olmadan antrenman sahasındaydım. Cade bana hala bir partner bulmadığı için, ya kendi başıma çalışıyordum ya da gruptakilerle rastgele eşleşiyordum.
Ringde güç kullanmak yasaktı. Sadece tekme ve yumruklarımızı konuşturabiliyorduk.
Gücümüzü ise başkaları üstünde değil özel ekipmanlar üzerinde deniyorduk.
Mesela; geçen hafta benden bir kez yemekhanede ki masaların yerlerini düzgünce değiştirmem, bir kere de tarım katında bulunan sekiz tonluk römorkları kaldırmam istenmişti. Önce biri, sonra diğeri derken dokuz römorku birden rahatlıkla etrafta döndürebiliyordum.
Tarımcılarla aram artık oldukça iyiydi. İhtiyaç duyduklarında beni çağırıp çağıramayacaklarını sormuşlardı ve elbette seve seve kabul etmiştim. Arkadaşa açtım, muhtaçtım ve bana selam vermeye başlayan insanları sarılıp öpmek geliyordu içimden.
Yine kırk beş dakikadır bekliyorduk, ancak ne Cade ne de Melinda ortalıkta yoktu. Trever'a bakıp, "ben sana demiştim." bakışları atmamak için kendimi zor tutuyordum.
Peter'in ise yine yüzünden düşen bin parçaydı.
Sandy derin bir iç geçirip, "Yine spor salonuna gitsek mi?" diye sordu.
Aslında soruyu ortaya sormuştu ancak kimi kast ettiğini ben bile biliyordum.
Peter kafasıyla onaylayıp asansöre doğru yönelmişti bile, diğerleri de arkasından onu takip ettiler. Bir tek ben Trever, Marc, Todd ve Roy geride kaldık.
Hepsi de benimle bu kattaki salona gelmişlerdi.
Artık benden özellikle uzak durmaya çalışmadıklarını hissetmek bile güzeldi.
Günüm iyi başlamış sayılırdı... Cade'in nerede olduğunu, ya da neden geç kaldığını düşünmemeye çalışmak en iyisiydi...
Tam o sırada yanında Melinda'yla beraber derin ve keyifli gibi görünen bir sohbete dalmış olarak içeri girdiler.
Her ikisi de içerideki kalabalığı görünce çok kısa bir an şaşkınlıklarını gizleyemedi ve nedense ikisinin birden yüzü düşer gibi oldu.
Burayı kullanmak zorunda değillerdi, hemen hemen her katta bir spor salonu vardı. En dipte olansa burasıydı, Şayet gidebiliyor olsam Sandy'lerin deniz manzaralı olduğunu söyledikleri salonu denemek isterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...