Şimdi ne halt edecektim ben?
Semiramis'in, "Baban... O seni bulacaktır." diyen sözleri çınladı kafamın içinde.
"Kimin kızı olduğunla ilgili ne senin ne de onların bir fikri yok."
Babam kimdi ve beni gerçekten Semiramis'in söylediği gibi bulabilir miydi? Ona güvenebilir miydim? Hiç tanımadığım birine nasıl güvenebilirdim ki?
"Bir anlaşmamız vardı. Kim olduğunu anlayana kadar benimle kalacaktın. Sonra ise bu seçimi sana bırakacaktık."
Bahsettiği nasıl bir anlaşmaydı ve neden böyle bir şey yapma gereği duymuşlardı?
Tüm bunları söylerken bana tek bir ipucu bile vermemişti. Demek ki babamın beni bulabileceğinden gerçekten emindi. Ancak ben maalesef bu duruma Semiramis kadar iyimser yaklaşamıyordum. Hiç tanımadığım birine umut bağlamak ne kadar mantıklıydı?
Peki, bundan sonrası için oturup babamın beni bulmasını beklemekten başka ne yapabilirdim?
Aileme nasıl yardımcı olabilirdim ki? Cade ve diğerlerinin beni burada onlarla savaşmam için istemeyeceğinden emindim. Kendi başıma ise devasa gemilere ve sahip oldukları teknolojiye karşı çaresizdim.
Yalnızlığım her sorumun cevabı olarak bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu.
O sırada bildiğim ve emin olduğum tek şey ise tek başıma bir hiç olduğumdu ve bu beni delicesine öfkelendiriyordu.
Kafamdaki düşüncelerle daldığım huzursuz uykumdan omuzlarımdan dürtüklenerek uyandırıldığımda, karşımda görmeyi beklediğim en son kişi Kevin'dı.
"Merhaba. Nasıl olduğunu merak ettim. Biraz daha iyi misin?" diye sordu çekingen bir tavırla.
Ona hala kızgın olduğumu düşündüğünü anlamak için dahi olmama gerek yoktu. Aslında olabilirdim de... Ancak sanki üstünden yıllar geçmiş gibi öfkem çoktan kaybolup gitmişti.
Gülümsedim. "Teşekkür ederim gayet iyiyim." derken içeri Win girdi.
Elinde benim için olduğunu düşündüğüm kıyafetler ve bir şişe su vardı.
Cebinden çıkardığı ilaçları bana uzatırken, "Hala biraz da olsa baş ağrın vardır diye düşünüyorum." dedi.
İlaçlara gözümü kısarak bakarken sadece diğer elindeki suya uzanıp, "Ağrım yok gayet iyiyim." diye cevap verdim. Şu an tüm savunmalarımı kırıp, bastırmaya çalıştığım duygularımı bir sulu göz gibi ağlayarak üstümden atacağım yatıştırıcı ilaçlara hiç ihtiyacım yoktu.
Ayakta durmamı sağlayan şey öfkemdi ve ona sıkıca tutunmaya kararlıydım. Kendimi bırakmamak için bir şeylere odaklanmalıydım ve sahip olduğum tek varlığım ne yazık ki sadece öfkemdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...