Konuşmalarını dahi duyuyordum. Keyifli bir sesle yapmaktan bahsettikleri; tecavüz, gasp ve atacakları dayakla ne kadar rahatlayacaklarıyla ilgili sohbetleri ise midemi bulandırıyordu.
Andre ile birlikte burada yaşayan en az bir düzüne çocuk saymıştım. Bu çocuklar; annelerine, babalarına ve kardeşlerine yapılan zulme sürekli şahit oluyor ve korkuyla yaşıyorlardı.
Onların tüm bunları yaşamak zorunda olmasında, en az diğerleri kadar benim ırkımın da payı vardı ve esasen şu an bile Semiramis'in insanları sudan uzak tutmamız için verdiği emre kayıtsız şartsız uyduğum için kesinlikle kendimden nefret ediyordum.
Bizim sorunumuz buydu...
Asla birimize karşı olan önyargılarımızı kıramamış, kendimizden olmayandan korkmuş, şüphe etmiştik. Ve hep en kötüsünü bekleyerek, harekete geçmek için karşımızdakinden önce davranma içgüdüsüyle dolmuştuk.
Aramızdan hiç kimse asla durup düşünmemiş ve bu işte bir yanlışlık olduğunu fark etmemizi sağlamamıştı. En içler acısıysa; her birimiz kendimizi diğerlerinden üstün görmüştük.
İnsanlar berbat mıydı?
Şu an duyduğum sohbete; ırkımdan olanların karşılık olarak verdiği kıkırtılar nedense bunun tam tersini düşünmeme sebep oluyordu.
Berbat olan deniz kızları ya da balık adamlar mıydı?
Yakalandığımda, bizzat insanların yönetiminde olan o gemide gördüğüm karşılık buna inanmamı zorlaştırıyordu.
Berbat olduklarından emin olduğum bir tek tTnrılar ve Tanrıçalar vardı...
Ve ne yazık ki artık kendimi; ne tam olarak bir denizkızı, ne de bir tanrıça olarak göremiyordum. Yeni bir kimlik çatışması içine girmiş ve berbat bir kendini tekrar keşfetmeyle lanetlenmiş gibiydim.
Ancak açıkça görülüyordu ki; hepimizin arasında iyi ve kötü vardı. Birkaç kişinin yaptığı saçmalıklarla herkesi genellemek aptallıktan başka bir şey değildi.
Bu insanların yardıma ihtiyacı vardı ve bunu onlara vermeye kararlıydım. Yoksa o kahrolası birkaç insandan, deniz kızından ve balık adamlardan bir farkım olmazdı.
Asla bacaklarını uzatıp oturarak, içkilerini yudumlayıp da tembellik yapmakla suçladığım o Tanrı ve Tanrıçalardan olmayacak ve elimi bir şekilde taşın altına sokacaktım.
Belki de her hangi bir şey olmak için kendimi zorlamam ve bir kalıba girmeme gerek yoktu. Neden bir deniz kızı ya da Tanrıça olarak kendime bir sınıf yada rol arayışındaydım ki? Ben Alina olarak da gayet iyi iş çıkartabilirdim.
Sessizce bekleyip tüm ölümsüz pisliklerin köye girmesini bekledim.
İnsanlardan yükselen çığlık seslerini duyduğumda ise yüzümde gaddar ve bir o kadar da kendinden emim bir gülümsemeyle oturduğum ağacın dibinden kalkarak köye doğru yöneldim.
Ağaçların arasından çıkıp kulübelerin bulunduğu açıklığa adım attığım an karşıma içerdeki karmaşadan kaçışan bir grup insan ve yanlarındaki küçük çocuklar çıktı.
Andre'de içlerindeydi.
"Alina!" diyerek koşarak yanıma gelip, sarılarak bacağıma yapıştı. Minik bedeninin korkudan titrediğini hissedebiliyordum. Ayrıca etrafımızdaki insanlardan gelen korku dolu iç çekişleri de duyabiliyordum.
Andre ile göz teması kurabileceğim kadar eğildim ve gülümsedim.
Elimden sıkıca tutup beni ağaçlara doğru çekiştirirken, "Bizimle gelmen lazım, yine geldiler." dedi. Kocaman açılmış gözlerinde yaşadığı dehşeti, tedirginliği ve daha da önemlisi korkuyu gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...