O hafta cumartesi günü spor salonu bom boştu. Muhtemelen herkes şu meşhur Cuma akşamlarının vazgeçilmezi olan partilerinde sabahlamış olmalıydı. Yaklaşık beş saatlik bir çalışmanın ardından odama dönerken Greta'yı kapımın önünde beni beklerken buldum. Bu kesinlikle bana vereceği yeni haberleri olduğu anlamına geliyordu. Kameralar yüzünden yine üstün oyunculuk yeteneklerimizi kullanarak birlikte içeri girdik. O yine kendisine bir kahve yaparken, ben bir duş aldım ve hızlıca bir hazırlanmanın ardından bu kez onun odasının yolunu tuttuk.
Meraktan çatlamak üzereydim, kendimi kapıdan içeri girene kadar zor tuttum. Ancak konuşmak için kıvranan bir tek ben değilmişim çünkü Greta konuşmakta benden önce davranıp, ben daha ağzımı açamadan heyecanla anlatmaya başladı.
"Tanrıların soy ağacı ile ilgili yeni şeyler buldum Alina! Belki de babana ulaşmış olabiliriz."
Bir süre nefes almayı bile unuttum sanki. En sonunda tekrar konuşabilecek duruma geldiğimde sadece, "Nasıl?" diye sorabildim.
"İlk Tanrılar olan Tiamat ve Apsu'nun üç çocuğu vardı hatırlarsan."
"Elbette hatırlıyorum. Ansar ve Kisar evlenmiş ve Marduk'un büyük büyükanne ve babası olmuşlardı..."
Dayanamayıp sözümü kesiti ve hevesle anlatmaya devam etti. "Aynen öyle ve Ansar dışında bir oğulları daha vardı, Mummu."
"Evet, hani soyuna ulaşamadığını söylediğin."
Yüzünde neredeyse sabah güneşi gibi parlayan bir gülümseme oluştu. Bu da benim artık böyle bir problemimiz olmadığını anlamam için yeterliydi.
"Sanırım Mummu'nun boş vakitlerinde neler yapmaktan hoşlandığına kadar öğrendin." dedim soru sorar gibi.
"Neredeyse." diye karşılık verdi yüzünde ki gülümsemesi küstah bir hal alırken.
Açıkçası istediği kadar küstah ve kibirli olabilirdi... Netice de bu kadar kısa bir süre içerisinde ulaşabildiği şeyler benim yanına bile yaklaşamayacağım seviyedeydi.
Masanın üstünde duran kitaplardan birini alıp bana uzattı. Tedirgin bir şekilde uzanıp kitabı aldım ve sayfalarına şöyle bir göz gezdirince; çekinmekte ne kadar haklı olduğumu ve Greta olmadan bu işin altından kalkamayacağımı bir kez daha anladım. Lanet kitabın hangi dilde yazıldığıyla ilgili bile bir fikrim yoktu.
Kitabı Greta'ya geri verirken yüzümü buruşturmamak için ne kadar uğraşsam da çokta başarılı olduğum söylenemezdi.
"Bu hangi dil? Çivi yazısı mı?"
Cehaletimi yüzüme vurmaktan çekinmeyen kınayan bakışları bir süre alaycı bir ifadeyle yüzümde gezindi. Elbette zaferini kutlamak için beni ezecekti değil mi? Yoksa Greta için bunun eğlencesi neresindeydi? Sırf çabasını ve yardım severliğini takdir ettiğimden şu an yüzüme karşı aptallığımla ilgili bir şiir okusa karşısına geçip öylece dinlemekle yetinecektim.
Tabi bir de anlatacaklarını merak etmem konusu da vardı. Ancak bu kafamda onu duvara yapıştırdığım, ya da suya gömdüğüm senaryolar kurmama engel değildi.
Nihayet bu kadar kibrin yeterli olduğunu düşünmüş olsa gerek, "Hayır İbranice." diye cevap verdi.
"Peki, artık konuya girebilir misin Greta?" diye sordum. Neticede benim de bir sabrım vardı...
"Kitap, Mummu'nun soyu ile ilgili."
İçimden alay edercesine "Gerçekten mi?" diye sorsam da karşılık olarak yaptığım tek şey; onu devam etmeye teşvik eder gibi kafamı sallamak oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
خيال (فانتازيا)Kavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...