Bu bölüm, tıpkı benim gibi Cade'in ağzından da bir bölüm okumak isteyen ve bunu benimle paylaşan herkes için gelsin...
CADE
Adım çok uzun zamandır Cade...
Olağanüstü bir kadına âşık olmuş, sıradan bir adamdan hiçbir farkım yok...
Alina; hayatı tanıdığım herkesten farklı görebilen ve sevdikleri için savaşmaktan asla vazgeçmeyen inatçı bir kadındı. Benimse gözlerim artık sadece onu görüyordu. Benim için hayatı yaşamak bir süredir; süre gelen saatlerden değil, sadece onunla her anı tatmaktan geçiyordu.
Alina ile yeniden doğduğumu hissettiğim hayatı yaşanmaya değer yapan tek şey ise, artık bunu onunla paylaşmaktan ibaretti. Ve bu benim için sahip olduğum en büyük ayrıcalık, en büyük armağandı.
Birbirimize sabrettik, yeri geldi kazandık ve kaybettik, dayandık, ödün verdik ancak her şeyden önemlisi birbirimizi sevdik.
Hayat şu ana kadar benim için onunla paylaştığım bir yolculuktu ve biliyordum ki; artık onun gülüşünü tekrar görmek, ya da sesini duymak için, hayatım da dâhil veremeyeceğim hiçbir şey yoksa da imkânsızdı...
Sevmeyi kategorilerine ayırırdım eskiden...
Bir anne gibi sevmek, koşulsuzdu. Karşılığında hiçbir beklenti duyulmazdı. Hatta, "Kirpi bile yavrusunu pamuğum diye sever." derdi insanlar.
Arkadaş gibi sevmek ise beklenti yaratırdı. Verilen kadarı alınmak istenirdi, hatta mümkünse çok daha fazlası. Çünkü herkes bu çeşit bir sevgi konusunda bencildi.
Bir âşık gibi sevmekse; kısa ya da uzun vadeli bir illüzyondu benim için. Onu tattığınız zaman çevrenizdeki tüm güzelliklerin farkına varıp, her şeye olumlu bakmaya yarayan bir büyüydü hatta.
Âşık olunca; beyninizi bir kenara koyup, çıkarıp atardınız ve farkında bile olmazdınız. Kafada kurulan bir hayaldi ve ansızın karşımıza çıkan birine tüm o hayalleri yükleyivermekti.
Tohumu umutlarla atılır, gözyaşları ile filizlenir, hayal kırıklığıyla büyürdü...
Ancak Alina'dan sonra artık yeni bir tanımım vardı...
Bu kez tüm o beklentilerinizi çıkarıp bir kenara koyardınız. Karşınızdakinin ruhunu görüp, özüne iner ve onu öyle kabul eder, benimserdiniz.
Sevmek; zaman aralarındaki boşlukları doldurmak değil, ondan arta kalanları başka şeylerle doldurmaktı. Zaman ve emek isterdi ancak karşılığında elinize geçen şey en değerli mücevherlerden daha kıymetli ve soyut bir şeydi.
Ancak buna değeceğini bilirdiniz...
Ona bakmak değildi, birlikte aynı yöne bakmaktı. Paylaşmaktı. Birinin damarlarınızda tatlı bir sıcaklıkla dolaşmasına, yeri gelince yakıp kavurmasına, yeri gelinceyse sizi tamamlamasına izin vermekti. Etin kemiğiydi ve en ufak hücrenize bile işlerdi.
Bir dansçı kadar kıvrak ve zarif, bir çelik kadar sağlamdı. Yeri gelip sizi yıkacak bir gücü birinin ellerine bile isteye vermekken, yeri geldiğinde onun için dünyaları yıkacak kadar güç verirdi.
Bir nokta da ise mutluyken bile acı çekebilmeyi öğrenmekti.
Sevdiği sözleri kulağına fısıldamak, en sevdiği şarkıyı bilmek, favori filminden alıntılar yapmaktı...
Sevmek için sebepler bulmamak, hatta aramaya bile gerek duymamaktı.
Ancak aklıma her seferinde gelen tek bir kelime vardı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUFAN
FantasyKavuşamadığı prensinin ardından ağlak gözlerle bakan o deniz kızı hikâyelerini unutun. Çünkü gerçekle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Bu sadece onları zayıf, duygusal ve güçsüz birer mitolojik varlık olarak düşünmeniz için bilinçli olarak yaratı...