Salı günü hava eflatun–gri bulutlarla kaplanmış, yağmurun habercisi olarak rüzgâr ile savrula savrula ilerliyorlardı gökyüzünde. İnsanlar yağmurdan, veyahut kardan zira İstanbul'da karla karışık yağmur görülmeyen bir durum değildi, kaçmak için sokaklarda hızla hareket ederken, arabalar trafikte sıkışıp kalmıştı ve birkaç santim ilerleseler şükredecek durumdaydılar.
Özgen hafta sonu geldiği hastaneye gelmeden önce tüm bu yerlerden geçti ve "Sana gelmen gerekmiyor demiştim." Dedi. Ses tonu çaresizdi. "Yağmur yağsa bile hastanenin içine yağmayacak, değil mi?"
Yanında yürüyen Çağın, elindeki şemsiyeyi gökyüzüne bakarken kavramıştı ve dediklerini duyduğunda başını indirdi, Özgen'e bakarken kaşlarını çattı. "Sana şemsiyeyi almanı söylemiştim ama ben ıslanırım diye kabul etmedin. Ben de ikimiz de ıslanmayalım diye seninle geldim, kötü mü yaptım?"
"Hayır, kötü değil." Özgen, Çağın'ın bahanesini duyduğunda gülmek istedi ancak biraz sonra olacakları düşündüğünde dudaklarını yukarı doğru bile kıvıramadı, sinirle içini çekti. "Geldiğin iyi oldu, gerçekten. Gelmeseydin büyük ihtimalle sonra seni yine arayıp iş çıkartacaktım başına."
Çağın, onun sözlerini duyduğunda sıkıntılı hissetti ve "Sorun değil." Dedi. "İsteyerek geliyorum yanına hep."
"Mm." Özgen başını salladı, işlemlerin yapıldığı yere gitmek için hareketlendi. "Beni burada bekle." Dedi. "Hemen geleceğim."
Gökay'ın kaldığı yeri bildiği için bu sefer birisine sorma gereği duymadı. Asansörü beklemeden hızla merdivenleri çıktı, üçüncü kata geldiğinde nefesini düzenlemek ve söyleyeceklerine hazır olmak için bir süre durdu.
Dün eve gittiğinde bunun hakkında çok fazla düşünmemiş olsa da –düşünememesinin suçlusu tabii ki de Çağın'dı.– neler söyleyeceği hakkında net bir fikre sahipti ve kadın nasıl tepki verirse versin bunu söylemesi gerektiğini biliyordu.
Bir insanın daha kötü bir hayata sahip olmasını istemiyordu.
Belki şu anda mutlu olabilirdi, belki Özgen sadece bir salaklık yapıyordu ve zaten ölecek bir adamın son anlarında yanına duran sevgi dolu kadının tüm hayatını yerle bir edecekti. Ancak ne olursa olsun, içi rahat etmiyordu ve bunu söylemesi gerektiğini hissediyordu.
"Aynen, Allah analı babalı büyütsün, Özgen. Aynen." Özgen, salaklığına homurdanırken 305 numaralı odanın önünde durdu. Derin bir nefes çekti içine, bu sefer öylece durmadı kapının önünde ve hızla kapıyı çekip açtı.
Bir sessizlik karşıladı onu.
Özgen, bu sessizliğin pek ses çıkarmama gibi değil de, gerçekten hiç ses çıkmadığı türden olduğunu, birkaç adım ilerleyip boş yatağa baktığında anladı.
Gökay Duruluoğlu gitmişti.
Özgen olduğu yerde kaskatı kesildi.
Bir yere gitmemiş olması gerekirdi – daha üç gün önce buradaydı, bu odanın önünde duruyor ve Gökay ile buluşup buluşamayacağı hakkında korkaklığını sorgularken yeni eşiyle konuşuyor, onların yeni ailesini dinliyordu.
"Siktir," Diye mırıldandı, elleri titrerken telefonu cebinden çıkardı ve kilidini açtı. Rehbere girdi, o hiç sevmediği ismin üstüne tıkladı ve telefonu kulağına dayarken bip sesinden sonra telefonun bağlanmasını bekledi.
İki dakika boyunca kesintisiz çaldıktan sonra karşı tarafa arama bağlandı.
"Özgen?"
"Sen miydin?" Özgen, kendisine seslenilmesine bir tepki vermedi ve sinirle sordu. "O orospu çocuğunu alıp başka bir hastaneye mi yatırdın?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
başyapıt ≡ bxb
Short StoryOkul zorbası olarak bilinen Özgen, öğretmenler tarafından kötü örnek olarak kullanılan çocuktu: Notları hiçbir zaman yüksek değildi, dersten kaçardı, kaçmadığı zaman derslerde uyurdu ve öğretmenlerin dediklerini pek takmazdı. Diğer okullardan öğrenc...