SİHİRBAZ

17.1K 766 184
                                    

Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. Kiminin kalbi, kiminin ruhu, kiminin beyni yok.

Chuck Palahriuk

Yankı'dan... 

Tenime bir yağmur damlası düşüyor ama hava masmavi gökyüzünün altında güneşli ve aydınlık. Rüzgarın fısıldaması kulaklarımda. Buraya neden gelmiş olmalıyım? Yerler fazla düz. Muhtemelen rüzgarı hissetmek için gelmiş olmalıyım. Giydiğim siyah V yaka tişörtümü rüzgar dolduruyor. Rüzgarı iliklerime kadar hissediyorum. Saçlarım savruluyor ve yüzüme düşüyorlar. Yüzümden çekmek için harekete geçiyorum. Birisi benden daha hızlı. İki eliyle saçlarımı topluyor. Boynumdaki morluğa titrek dokunuşları ile okşuyor. Kim o? Tanıyor gibiyim. Ama bana çok uzak. Dokunuşların yerine nazik öpücükler alıyor. Öpücükler nazikliğini yitirip sert bir hal alıyor. Ağzımdan hafif bir inleme kaçırıyorum.

Aklım başıma yeni geliyor olmalı ki hızlıca öne çekiliyorum. Boynuma öpücüklerle kolye yapanın Savaş olduğunu görmemle her şeyi değiştiriyor. Gözleri üzerimde. Korkuyorum. Gözlerine kara bir sis çökmüş. Donuk bir o kadar da yalnız bakıyor.

Ama birden her şey değişiyor. Anılarla görüntüler birbirine karışıyor. Hiç biri gerçek değil. Bu sebeple onları sevmiyorum.

Bileklerimden beni tutan iki adam. İkisi de çok güçlü. Simsiyah giyinmişler. Yüzleri net değil ama amaçları canımı acıtmak. Bilinmezliğin sessiz kuyusundan bir ses geliyor. Bütün vücudum sarsılıyor. Titremeye başlıyorum. O kadar fazla terlemişim ki yüzümden damlacıklar yere düşüyor. Ses yakınlaşmaya başladıkça beni daha sıkı tutuyorlar. Canım yanıyor. Kurtulmaya çalışma çabalarımı ustaca savuşturuyorlar. Sonunda gaybdan biri görünüyor. Yüzü yanmış. Cellat. Bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Elinde yanan bir odun parçası var. Üzerime doğru geliyor. Kurtulmak için son kez çabalıyorum. Sağımda bulunan adam karnıma bir yumruk geçiriyor. Dizlerimin üzerine yıkılıyorum. Saçlarım kırbaç misali canımı yakıyor. Kafamı yavaşça kaldırdığımda yanan odun parçası ile burun buruna geliyorum. En az otuz saniye süren bir çığlık atıyorum. Yanarak ölmek istemiyorum. Cellat'ın yüzünde alaycı bir gülümseme var.

Yataktan hızlıca doğruldum. Savaş'ın ayak ucumda olduğunu unuttuğum için burun buruna geldik. Hızlıca inip kalkan göğsüm ve yattığım yeri ıslatacak kadar terlediğimi fark ettim. Altıma kaçırmamıştım. Terlemiştim. Bir canlının bu kadar terleyebileceğini bilmiyordum. Elimle yarıya kadar ıslanmış olan saçlarımı topladım. Gördüğüm kabus aklıma gelince saçları bıraktım. Hala kendimde değildim. Yorgun hissediyordum. Avuç içlerimde yarım ay şeklinde tırnak izleri vardı. Kabus görürken sıkmış olmalıydım.

Savaş, barut rengini anımsatan gözleriyle beni izliyordu. Mimiklerinde anlam yoktu. Orta kalınlıkta olan dudaklarını araladı. Yine konuşmadı.

Boğazımdaki kuruluk canımı yakıyordu. Hafifçe göz gezdirdim. Su yoktu. Hayal kırıklığıyla kafamı avuçlarımın arasına aldım. Uzun süreden sonra ilk defa kötü bir kabus gördüğüm için ağlıyordum. Saçlarımın uzun olması yüzümü saklıyordu ama titremem hala sürüyordu.

Zor... Çok zor... Yalnızlık çok zordu. Sabaha ölüveririm diyorsun, bekliyorsun. Sabah oluyor bakıyorsun, yine nefes alıyorsun. Bu katlanılmaz derece de zordu.

Artık gökyüzü ciğerlerime dolmuyordu. Ayağa kalkabilmek için güneşin yeniden doğması gerekiyordu.

Ağzımdan bir hırıltı kaçırdım. Ama bunun ne önemi vardı ki! Savaş Melek, beni anlayana kadar senin düşmanınım. Ben onun sessizliğini bile duyabilirken, o benim haykırışlarımı bir kez bile duymadı. Ben hiç miydim, yoksa hiç kimse miydim, artık bilemiyorum.

KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin