PUSU

9.4K 562 449
                                    

Ne ikna edici bir intihar biçimidir; şimdi seninle göz göze gelmek...

Cemal Süreya 

Mevsimini terk etmiş bir kar yağdı kirpiklerime, gözyaşı hiç eksik olmadı. Soğuktan donup giderken yaprak gibi titreyen bedenim naçizane bir duruşla yaşama el sallıyordu. Ölüm pek de misafirperver değildi. Azrail'in sesini duyduğumu sandım ama kimsecikler yoktu. Oysa bir ses duyduğuma yemin edebilirdim.

Büyük bir ihtimalle kanı gırtlaktan emmeyi tercih eden Savaş'tı. Ona olan nefretimi kustuğumdan beri bu tarafa pek uğramıyordu. Geldiğinde ise beni uykumdan uyandıracak kadar kaba davranıyordu. Giysilerinin kanlı olması zihnime biraz daha soru işareti çakarken bu gudubet tavırları daha çok içime kapanmama sebep oluyordu.

Kendimi, ecnebi bir toprağın kıyılarında kaybolan ayak izlerimi ararken gemisi batan, iç güzelliğin gücüyle dolu ama yeni topraktaki, kardeşlerin diliyle şarkı söylemeye çabalayan bir ses sanatçısına benzettim. Taklit olarak mı yoksa oyun olarak mı vardır sanat? Şarkı söylerken bazen kendimden geçerek beğenerek söylediğim şarkılara karşın küçük bir topluluğun önünde beğenilme korkusu ile yaptığım sanat aynı değildi. Bir sanatçı her zaman aynı kalitede eser veremezdi. 

Yaşım artıkça kendimle olan mücadelede kaybediyorum. Zamanın bir büyük bir öğretmen olduğunu biliyorum ama tüm öğrencilerini öldüren bir öğretmen olduğu da ne yazık ki bir gerçekti. Tüm notalar savruluyor kalbime, satırların üstüne basarak sayfanın bittiği yerden atlayıp intihar ediyorum.

Bu cehennem.

Kendi kendimi onaylayarak başımı salladım. Cehennemi öldükten sonra yaşamamız gerekiyordu ama benim için yalancı bir cehennem oluşturulmuştu ve ben de her gün burada yanıyordum. Tek yaptığım uzanmak ve bu mide bulantılarına katlanmaktı. Beklenmedik bir şekilde Savaş bu odada beni ölüme terk etmişti. Kendime eninde sonunda bunun olacağını hatırlattım.

Bu sefil dünyadan yavaşça çekip gitmeden önce dayıma bir mesaj göndermek isterdim ama hiç yıldız göremiyorum ki. Ceplerinde benim mesajıma yer var mıydı? Gökyüzünü görmesem bile yıldızları hayal edebilirdim ama sanki inadına o gecelerde yağmur bastırıyordu. Kim yağmurlu bir gecede çıplak gözle yıldız görebilirdi ki? Bu gecede haber yollasam bile yağmur gönderdiğim haberleri ıslatacak, onları kasvetli kılacak, yolculuklarını geciktirecekti.

Etrafa bakıyorum da her gün aynı bok. Eşyaların yerini, duruşunu, ne kadar ileride ne kadar geride durduklarını bile biliyorum. Avizedeki görkemli görüntüyü, dolabın içindeki giysilerin adedine kadar ezberledim. Günlerce bu odadaydım ve artık yerimden kıpırdayacak kadar kuvvetim kalmamıştı bile. Başlarda beni saran hastalık kokusu için duş alıyordum ama artık onu bile yapamıyorum. Kendimi etimi çürürken kokluyorum.

Yalnızlık mı?

Evet, bu yalnızlık.

Kendi sorularımı kendim cevaplıyorum. Özleyecek kimsem yok ama birilerini özlüyormuş gibi depresif hissediyorum. Düşünmek ve uyumaktan başka yapabileceğim bir aktivite yoktu. Hala açlık grevine devam ediyordum ve ciddi sağlık problemleri baş göstermek üzereydi.

Sokaklarda olduğumu hayal ettim. Ayaklarım asfalta değerken başımın üzerindeki mavi beze değebilecek gibi hissettiğim en müthiş anı düşledim. Sokaklarda dolaşırken gelip geçen hiç tanımadığım insanları incelemeyi, yüzlerine bakarak, kim olduklarını, nasıl yaşadıklarını, neyle uğraştıklarını ve özellikle de o an neyle ilgilendiklerini anlamayı seviyorum. Bulmaca çözmek gibi ve bu oyunu oynayan sadece ben değildim.

Boynumda annemin yüzüğü ve adım yazan iki kolye vardı. İkisiyle de oynamaya başlayıp sonra annemin ne kadar güzel bir gelin olduğunu düşündüm. Düğünlerinde ne kadar mutlu olmuşlardı kim bilir? Babam damatlık içinde annemi de gelinlik içinde düşünmek birazda olsa gülümsememe sebep oluyordu. Böyle bir albümümüz vardı ama taşınma sırasında kaybettik. Kendime bakıyorum da bu geline ne duvak takılır, ne de düğün yapılır.

KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin