AYKIRI

9K 567 627
                                    

Beğendiğiniz bedenlere, hayalinizdeki ruhları koyup bunu 'aşk' sanıyorsunuz.

Shakespeare

Savaş'ın gözleri yere fırlattım kolyenin sekmesi bitene kadar onu takip etti. Sonra kahverengi gözleri bana yöneldi, tüm bu sessizliğin içinde sadece onun ayakkabılarının sesini duyuyordum. Tam başımda dikiliyor ve bana bakıyordu. Üzerim tamamen dayımın kanıyla kaplanmıştı ve gözyaşlarımdan kör olmuştum.

"Onu öldürdün," diye tekrar ettim.

Etrafımı saran karanlıklar içinde zayıflık duygusu gösteriyorum. Gözyaşlarıma yenik düşüyor ve kanın renginin içinde kayboluyorum. Göğsüne bastırdığım elle daha fazla kan çıkmasına engel olmak istiyorum ama kan parmaklarımın arasından süzülmeye devam ediyor. Gözyaşlarım dayımın kanına karışıyor ve bir ölüm daha beni hoyratça kucaklıyor.

Bunu kaldıramam.

Fırtınalı bir havada, şimşek ve gök gürültüleri arasında ya da dalgalı bir denizde, kendi resmimi, tablomu seyrediyorum. Yağmur sert bir yel ile tabloma vuruyor ve tüm renkler gözlerimden oluk oluk akıyor. Geriye ne mi kaldı? Birbirine giren renkler ve eskimiş, kullanılmaz bir tablo. Tıpkı kalbim gibi yorgunca tekliyor ve gücü tükeniyor.

Yalnızlığım derinliğin, derinlik de yalnızlığın üstünden görünüyordu. Yıldızlar avuçlarımdan kayıp gidiyor, gece aya küsüyordu. Tüm sessizliğin içinde birden siren sesi duymaya başlayacakmışım gibi. Okullardaki tatbikatlarda çalan siren sesini hatırlıyorum, çığlık atarak felaket tellallığı yapıyordu. O sesin kullarımı tırmaladığını ve biraz daha duymaya devam edersem akıl sağlığımın bozulacağından endişe ederken şimdi bu sesi bekliyorum.

İpince bir kitap gibiyim, kalın kitaplara bedelim. Kalın kitaplar ama içerikleri boş olanlar, cılız olanlara bin basarım. Daha mutlu soyların sararıp solmuş, son soluk filizleri olan bizler neşeli olmayı, iyi günler görmeyi hak etmiyorduk. Bizler daha doğmadan önce kaderimiz çizildi ve bazı kaderler biz ne yaparsak yapalım değişmeyecekti.

Seslerin gelmeye başladığı gerçek dünyada ilk olarak fırtınada birbirine çarpan ağaç dallarının sesi duyuluyordu. Korkutucu, ölümün elçisi gibi dursa da bu hava beni korkutmuyordu. Ağaçların bana söylemek istediği bir şey vardı. Memento vivere; yaşamı anımsa.

Şimşeğin yaydığı ışık görmemi engellerken yaşamanın neye benzediğini hatırlamaya çabaladım. Yediklerinden tat, okudukların zevk almak, ailenin önemi, arkadaşların önemi ve gelecek derken yaşamın beni boğduğunu ve bu karanlık, dipsiz kuyuya yolladığını anladım.

Çok büyük üzüntülerde insanların saç renkleri veya ten renklerinde bir değişme meydana gelirdi ya tam da öyle bir melankolikçe karartan ve o tarihsel renge kırmızıya büründüm. Kendimi yitirdim, nerede olduğumu ne için üzüldüğümü bile unuttum.

Sadece acı kaldı.

Şiirden bir taç takmak isterken yakıcı bir tasma takıldı boynuma. Korkmak utanç vericiydi. Sonbahar yağmurlarıyla kararmış bu kan siyaha dönmeye başladı ve aniden çakan yıldırım kalbimi paramparça etti. İyiliğin beş para etmediğini bu kadar acı bir yolla öğrendim. Bedeli ağır olan gerçeklerden sadece biriydi ve dahasının da beni beklediğini biliyorum.

İnsanlar her zaman umudumu boşa çıkarmanın bir yolunu buldu. Kimisi yalan söyledi, kimisi özür dilemedi, kimisi bırakıp gitti. Kimisi de ihanet etti. İntihara bu kadar yatkın olan birisi için bu kadarı yetmez miydi? Hayal kırıklarımın koleksiyonunu yapmaktan sıkıldım. Bir kere ya, bir kere mutlu olamaz mıydım?

KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin