Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşatan.
Shakespeare
Gözlerimi açtığımda yanaklarımı ıslatan birkaç damlayla karşılaştım. Ne olduğunu anlayamadım. Uyanır uyanmaz ağlamak da neyin nesiydi? Daha sonradan dank etti. Rüyamda ağlamıştım. En uzun süren rüyanın yedi saniye olduğunu kabul edersek gözlerimi açar açmaz ağlamam normaldi. Bunun gibi bir hadiseyle daha önce karşılaşmadığımdan oldukça şaşkındım. Elimin tersiyle yanaklarımı sildim ve Savaş'ın gitmiş olduğunu fark ettim.
Gitmesi daha iyiydi. Burada olsa yüzüne nasıl bakardım ki? "Buraya ait olmak istiyorum," demiş daha sonrada köprücük kemiklerime yakın bir yeri öpmüştü. Bunu düşünmek bile nabzımı hızlandırırken onu suratına nasıl bakabilirdim? Ne diye böyle bir şey yapmıştı?
Hiçbir fikrim yok!
En azından geri döndüğünde eski soğuk haline bürünecekti. Alışık olduğum haline. Dün gece ne kadar da garip davrandığını ancak şimdi sakin kafayla farkına varabiliyorum. Ne yapmaya çalıştığı hakkında birkaç fikrim var ama bunu yapmaya cesaret edebilir mi?
Dün gece olanlar benim hatam olmasa da restoranın lavabosunda yaşananlar kesinlikle benim hatamdı. Kopçaları takışını hatırladıkça yanaklarım kızarıyor ve kendimden daha çok nefret ediyorum. Morlukları görünce ne düşünmüştü? Onun ne düşünebileceğini bilmek hayat oyununda bir üst levele geçmek gibi bir şeydi.
Onun düşünceleri kestirilemez, atacağı adımlar tahmin edilemez ve nasıl davranacağı asla bilinemezdi.
Uzaydaki kara delik gibi bir şeydi. İçine girilince ne olduğunu bilen yoktu. Ama içeri girmeye cesaret eden biri de yoktu. Hep bir gizem olarak kalacak gibiydi. Zaten bir gizem olmak istiyordu.
Kendimi olumlu konular üzerinde düşünmeye iterken Süsen geldi aklıma. Acaba ailesine kavuşmuş muydu? Tabii ki kavuşmuştu. Güvenli bir yerdeydi ve ailesi de şimdiye kadar onu bulmuş olacaktı. Süsen ailesine kavuşmuştu. Ve geriye ailesi olmayanların ne yapacakları kalmıştı.
Süsen polislere bizim eşkalimizi verebilirdi ama nedense bu Savaş'ın umurunda değilmiş gibiydi. Aslında olmalıydı. Bunun için terör estirmeliydi ama yapmamıştı. Bu umursamazlığını aklım almıyor.
Peki ya Savaş, Tunç'a çok kızmış mıydı? Kasap'ın gelmesi durumunda Savaş'ın ne hale geldiğini gördüm. Hatta öfkesinden bir miktar da tattım. Tunç'un hala nefes alıyor olabilmesini umuyorum. Aslında ona zarar veremez, bunu isterdi ama yapamazdı.
Onun evinde kalıyordu.
Bunların yanı sırasında hala Savaş'a bebek bakıcılığı konusunda kızgınım ama öfkemi dile getirebilecek bir ortam yaratmaktan çekiniyorum. Savaş daha fevriydi. Her zaman fevriydi ama bu seferki nedense daha çok kabuğuma çekilmeme vesile oluyor.
Yattığım şu yataktan çıkmak dahi istemiyorum. Savaş kalkıp gitmiş olabilirdi ama kapıyı üzerime kilitlemediğinden emin olamıyorum. Dün akşam gitmeme izin vermemişti bu günse beni yaka paça odadan dışarı atabilirdi. Ben onun dengesizliğine alışmıştım ama içimde büyümekte olan kocaman bir mutsuzluk vardı. Savaş'ın davranışları da bu mutsuzluğu besliyordu. Ve o mutsuzluk kocaman bir şey olup içime dar gelmeye başlayacaktı.
Savaş burada olmasa bile hala bakışlarını üzerimde hissedebiliyorum. Bakışlarını bu şekilde nasıl kullanabiliyor bilmiyorum ama bende yapmak istiyorum. Mimiklerin insanlar üzerinde bıraktığı tesir o kadar büyüktü ki sadece mimikler ile ne istediğimizi anlatabilirdik. Savaş'ta bunu çok iyi yapabiliyordu. Onun suratı buna uygundu. Katı bir mizacı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...