ANLAŞMAZLIK

19.2K 1.1K 166
                                    

Gölgesiz mutluluk olmaz, bak güneşte bile leke var.

Konfüçyüs

Yankı kaçırılmadan birkaç saat önce...

Kahverengi gözlü ,genç adam arabasından indi. Elinde bir halat bulunuyordu. Halatı yere bıraktı. Arabanın bagajından genç kadını çıkardı. Kadın ağır yaralıydı ama hala yaşıyordu. Direğe kadar sürükledi. Kadını direğe bağladı. Yere bıraktığı halatı aldı. Kadının boynu doğru geçirdi. Direğin arkasına geçti ve ipi çekmeye başladı. Kadının çığlıkları rahatça duyulabilirdi lakin bulunduğu yer bakımından oldukça kuytu yerdeydi. En yakında bir dershane vardı ama o da çığlıkları duyacak mesafede değildi.

İpi yere bıraktı ve kadının kulağına eğildi.

''Ben Savaş Melek. Ayağına dolanan taşlara dahi sabrı olmayan efsane adam.''

Kelimeleri süzüldü ağzından. Kadının cesedi ortalıktan kaldırmak için işe koyuldu ama onu gömmekten vazgeçti. Bileğine KB işaretini kazıdı. Arabanın bagajına geri koydu. Siyah saçlı esmer kadın bugün bu ormanda hayatını kaybetmişti. Gözlerindeki yaşam ışığı çalınmıştı.

Yankı'dan...

Son on dakikadır gözlerimi açmaya çalışıyordum ve sonunda etraf netleşmişti. Bu kokuda neydi? Yattığım yerden doğruldum. Loş odaya baktım. Önümde ki cesedi görünce bir çığlık attım. En az 30 saniye süren bir çığlıktı. Korkudan titriyordum. Geri geri sürünmeye başladım. Ta ki sırtıma bir demir parçası çarpana kadar. Sırtıma çarpan demir parçası ile bir çığlık daha attım. Geri dönüp ne olduğuna baktım. Kelepçe idi. Hala üzerinde biraz kan vardı. Cesedin kokusu dışında oda da sirke kokusu vardı. Bunu anlamak oldukça zordu. Ne zamandır buradaydım? Cevap basitti. Bir ceset kokana kadar!

Titremem hala sürüyordu. Boğazımda hala bir yumru vardı. Buda ağlamak üzere olduğumun işaretiydi. Kapı açıldı. Geri gitmek istesem de duvar buna engel oluyordu.

''Sen?''

''B-ben.''

Diye kekeledim. Korkuyordum. Çaresiz hissediyordum. Belki de sonum karşımda cesedi duran kadından daha farklı olmayacaktı. Kaçırılmak başıma gelen ilk şey değildi ama ölüm korkusu ilk defaydı. Daha öncede ölmek istemiştim ama bu kadar korkmamıştım. Cesur olmak için düşünmemek gerekirdi. Düşünmemeliydim. Karşımda yatan bir cesedin olmadığını, beni öldürmek isteyen azılı bir katilin olmadığını düşünmemeliydim. Gözlerim doluyordu, engel olamıyordum.

''İçeri gir.''

Dedi. Bana bakmıyordu. Dediğini yapacak değildim. Onun bana emir vermesi bile yetmezken kendi ölümüne yürümeyecektim.

Gözleri benimkilerle buluşunca sert, sivri, kindar bakış attı. Bir elimle ağrıyan diğer kolumu tutum ve içeri geçtim. İçerisi oldukça sıcaktı. Üşüdüğümü anlamıştım. Yanan bir soba vardı. Yanına oturdum.'' Dayım beni kurtaracak.'' Sözlerini tekrarlamaya başladım.

Uzun süre sora kimsenin gelmediğini fark edince ayaklandım. Kapıları, pencereleri her yeri denedim ama kitliydi. Geldiğim odanın kapısı da kitliydi. Ağlamayacaktım. Ağlamayacaktım.

Etrafta sigaradan fazla bir şey yoktu. Kapıyı açacak bir şey yoktu. Camı kıramazdım çünkü dışarıdan korkulukları vardı.

Ceset kokusu, sigara kokusu tarafından bastırabilen koku. Bu yüzden morgda birileri mutlaka sigara ile dolaşır. Dayımdan öğrenmiştim bunu. Burada bu kadar sigara bulunmasının sebebi bu olmalıydı. Ya da bağımlı bir manyaktı.

Uzun zaman geçmişti. Soba söndüğü için oradan ayrılmış camdan son kez belki de manzaraya bakıyordum. Kapının açılma sesini duyduğumda gözlerimi oraya dikmiştim. Cesedin bulunduğu odadan gelmiyordu. Normal dış kapıdan geliyordu. Bu da evde iki tane çıkış kapısı olduğu anlamına gelir. Bunu aklımda tutmalıydım. Ev oldukça küçük ve koyu mobilyalara sahipti. Küçük aksesuarlar eve dağınık bir görüntü veriyordu.

Kapıdan içeri girdi. Anahtarı cebine koydu. Geri kitlememişti. Sobanın yanına kadar gelip durdu.

''Pazar gününe kadar uslu duracaksın. Yoksa senin için iyi olmaz.''

Pazar günü mü? Uslu durmak? Neden Pazar? Birilerini öldürmek için en güzel gün müydü?

''Uslu filan durmayacağım bulduğum ilk fırsatta burada kaçağım. Anladın mı ?''

''Burası benim cennetim. Ben izin verdiğim çıkar! Eğer ayağıma dolanan bir taş olmak istiyorsan ölü olarak buradan çıkabilirsin o kadın gibi!''

''Cennetim'' ne demekti. Ağır psikolojik sorunları olduğu belliydi. Taş mı? O kadın ona ayak bağı mı oluyordu?

''Seni dinlemeyeceğim. Dissosiyatif kimlik bozukluğuna sahip bir aptalsın!''

''Daha söylediğin kelimenin anlamını bilmiyorsun. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu; Kişinin içinde birbirinden farklı kişilikler hissedip, bu kişiliklere uyan davranışlarda bulunması, bu kişiliklerin etkisi altında olduğu anlarda yaptıklarından habersiz olma halidir. Bu kişilikler bireyin kendi cinsiyetinden, yaş grubundan, sosyoekonomik ve kültürel durumundan farklı olabilir. Bu kişiliklere ait kafasının içinden gelen ve kendisini yönlendiren sesler duyarlar. Farklı kişilikler var olan "ev sahibi" kişiliğe zarar verici davranışlar gösterir. Ama ben bunların hepsini hissediyorum.Yaşıyorum. Eğleniyorum. ''

Masada duran kırmızı vazoyu aldı. Yere atarak kırdı. Yere düşen sivri bir parçayı eline aldı. Elini sıktı. Sıktı. Ta ki elindeki kanlar yere damlayana kadar. Canı acımalıydı. Acımıyordu. Elinden kanlar akarken gülümsüyordu. Zevk alıyordu. Acıdan zevk alıyordu.

''Yeter!''

Diyerek olduğum yere çöktüm. Gözyaşlarımı tutmuyordum. Saçlarım yüzümü kapatıyordu ama ağlama sesim dışarıya çıkıyordu. Şu anda zayıf görünüyordum. Zayıf!

Elindeki kesiğin küçük olmadığını biliyordum çünkü o kadar sıkmıştı elini. Tehditkar bir ifade ile devam etti.

''Uslu durmazsan sıradaki senin elin olur!''

Bana yaklaştığında küçük ve kesik çığlıklar atmaya başladım. Beni cesedin bulunduğu odaya kitledi.

Ceset yoktu. Kanlar yoktu. Daha ağır sirke ve sigara kokusu vardı. Burası çok soğuktu. Odanın bir köşesine çöktüm. Odada sade bir yatak ve duvara yapışık zincirler vardı. Başka hiçbir şey yoktu. Ağlamaklı uykusuz bir geceye kol açtım. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Oda da saat yoktu. Zaman kavramını yitirmiş gibiydim.

Belkide bu Savaş Melek'in kurbanlarına özel eziyetiydi.



KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin