Yaşamayı öğrendiğimi sanırken, ölmeyi öğreniyormuşum meğer.
Leonardo da Vinci
Yankı'dan...
Siyah renkli gölgeler yığını arasına benim gölgem hiç karışamayacak galiba çünkü benim karanlıktan sıyrılmaya niyetim yoktu. En büyük korkumda oradaydı, en çok ihtiyaç duyduğum kişide. Gölgeler sessizlikleri ve fark edilmeme özellikleriyle övünürdü ama o zaman benim duyduğum bu sesler kime aitti?
Kış semasının eli yavaş yavaş ulaşılmaz olurken, yaz güneşi tenime işleyip içimi ısıtıyordu. Güneşinde saçları uzamıştı, daha bir güzel görünüyordu bu gün. Üzerinden tüm ümitsizliğini atmış ve yağmur bulutlarını çok uzaklara göndermişti. O da benim gibi kendini ispatlamaya çabalıyor gibiydi.
Başımı biraz daha sağa çevirince heybetli dağları gördüm. Dağlara ses versem kükreyecek, dağlar benim sesimle yankılanacaktı. Ses vermeyi aklımdan sildim çünkü kimsenin dikkatini çekmeye niyetim yok.
Eskiden kendimi çorap deliği gibi hissederdim. Saklanması gereken bir ayıp, görüntü kirliliği veya utanç kaynağı ama artık öyle hissetmiyorum. Mesele daha iyi hissetmemde değil ama daha kötü hissetmiyorsam biraz mutlu olmak benimde hakkımdı. Salıncağın iplerini sıkıca kavradım. Kendime azıcık hız verdim. Saçlarımın içinden geçen rüzgar ve göç eden kuşları izlemeden daha iyisi olamazdı. Uçmanın nasıl bir his olduğunu merak edip duruyorum. Belki de bu yüzden uçurtmalara bayılıyorum.
Hayatım ölümün kara lekesiyle süslenmiş ve üzerine beyaz harflerle yazılmış bir paragraf değildi. Silkelenip bu kasvetli havadan kurtulmam ve günün keyfini çıkarmam gerekiyordu. Bu dünya için, hayatta kalmak için kendimi paralamam gülünçtü. Yaşama iyice kök salıp yukarıya doğru filizlenmem gerekiyordu. Dallarım gökyüzüne, köklerim toprağa karışmalıydı.
Uzaklarda çağıran bir şey var hep beni. Bazen o sesi duyuyor ve farkında olmadan ayağa kalkıp takip eder bir halde buluyorum kendimi. Sesin kimden geldiğini bilmiyorum ama en kuvvetli tahminim karanlıktaki o şeyden geliyor olduğuydu. Beni istiyordu.
Ta küçüklükten gelen kaçıp gitme eylemim vardı. Anne ve babamı çok sevdiğimden bunu asla gerçekleştiremedim ama kimsenin beni tanımadığı yerlerde daha rahat edecekmişim gibi hissetmekten asla vazgeçmedim. O zaman kimse beni tanımayacaktı ve onlara gerçek Yankı'nın kim olduğunu özgür irademle gösterebilecektim.
Gideceğim, Savaş'tan kurtulur kurtulmaz bu ülkeden gideceğim.
Meşhur bir kitap alıntısını okumuştum, duyup duymadığınızı, okuyup okumadığınızı bilmiyorum: İnsan sadece dertlerini saymayı sever, mutluluklarını hesaba katmaz. Bunca zamandır dertlerimi sayıp durdum ama asla mutluluklarımı hesaba katmadım. Ne zamandan beri bu kadar açgözlü olduğumu bilmiyorum. Kendim gibi değilim, benziyorum ama değilim.
Karanlık dünyanın tepesine çökünce, güneş başka ülkeleri selamlamak için bize veda ettiğinde taktığım umursamazlık maskesini çıkarıyor ve yüzümü gözyaşlarımla yıkıyorum. Savaş artık benimle uyumadığı için ve sesimin de duvarları aşamayacağını bildiğimden doyasıya ağlıyor ve sorunlarımla başa çıkabilecek kadar kuvvetleniyorum. Ağlamak rahatlamamı ve gün boyunca geriye kalan iyi şeyleri düşünmemi sağlıyordu. Ağlamak, beni kendime getiriyordu.
Buradayken tek sahip olduğum şey yalnızlık. Yalnızlık beni koruyor. Savaş'ta genel olarak yalnızdı. Bu yüzden korunuyordu. Burasının bir hapishane olmadığını kendime defalarca söyledim. Ama ayrılamadığıma göre burası bir hapishaneydi. Ve hapishaneden tahliye olmam için ne gerekiyorsa Savaş biliyordu ve bunları bana söyleyecek değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...