Altın ateşte, cesur insanlar felakette anlaşılır.
Lucius Annaeus Seneca
Gece pek fazla uyuyamadım ve yatağımdan güneşin doğuşunu izleyerek güne başlama kararı aldım. Yatağımdan hiç çıkmak istemiyorum, perdeleri sımsıkı kapatıp sadece burada yatmak ve kendimi derin sulara sokan düşünce denizinde batmak istiyorum. Suyun ciğerlerime dolduğunu hayal edebiliyorum, o panik duygusunu bire bir hissedebiliyorum. Yanarak mı, boğularak mı ölmek isterdim? Daha az acı verdiğinden boğulmayı tercih ederdim herhalde. Hangisinin daha az acı verdiğini bile sadece tahmin edebiliyorum, ölüm konusunda Savaş kadar başaralı değildim sonuçta.
Yatakta dönüp durdum. Kalktığımda saçlarımı taramak gibi büyük bir problemim olacaktı. Elimi midemin üzerine koydum, kuruldu yine o his tam merkeze. Gözlerimdeki ateş yandı. Gölgelerin altında saklanan benliğim ölü ilahiler fısıldamaya başladı.
Güçlü durmaya çalışmanın en zor yanı da gözlerimin her an yıkılabilecek sakin bir köşe arıyor olmasıydı. Ağlamayı bırakmak istedim, bu ne kötü bir alışkanlıktı. İçimde canlı olan gözyaşlarım vardı; acı, korku ve dehşetten oluşan bir canavar. Acının beni sarmasını durduramıyorum. Kendime neyi ve kimi kaybettiğime odaklanma izni verirken üzülmeden edemem ki.
Uykunun ihanetine uğradım ben. Uykunun insana nasıl unutma yetkisi verdiğini ama şafakta insanla beraber acının da uyandığını ve insanın birkaç saatliğine ne çektiğini unuttuğu için ertesi sabah daha kötü hissettiğim için uykuma davalıyım. Beni kandırdı ve olduğum halden daha kötü bir hale soktu.
Herhangi bir sabah uyanıp da hiç kimsenin sizi sevmediğini fark ettiğiniz oldu mu?
Yaşayan birilerinin sevgisini özlüyorum. Sevilmenin ve sahip çıkılmanın nasıl hissettirdiğini unuttum. Bu depresif halimde beni güldürebilecek tek bir minik detay bile aklıma gelmiyor. Başım ağrımasın diye ağlamayı kendime yasakladım fakat kolyelerime dokunur dokunmaz yanaklarımdan süzülüp yavaşça solmakta olan kalbimin üzerine düşüyorlardı.
Eskiden böyle değildim gibi bir yalan söyleyecek değilim ancak bu kadar acı çekmiyordum. Eskiden insanlarla iletişim kurmayı tercih eden biri değildim, konuşacak hiç kimsenizin olmaması farklı bir şey. Zamanımın büyük bir kısmını yalnızlıkta boş hayallere kurban verirdim fakat buna hiç pişman olmazdım. Kalabalıklar içinde kaybolmayı, sadece dinleyen olarak bir masada oturmayı kabul ettiğim o günlerde ne kadar acemi, toy ve deneyimsiz olduğumu anımsayabiliyorum. Birileri sizi dinlemek istediğinde dilinizin ucuna bir tane kelime bile gelmezken şimdi kimseler yokken etrafa kusuyorum onları.
Bana bir mucizeymişim gibi bakan birinin olmasının nasıl bir şey olacağını merak ettim. Biraz şımartılmak istiyordum. Bunca yaşanmışlıktan sonra bunu hak ettiğime inanıyordum. Okuduklarıma göre insanların zihni çoğu zaman hormonlara göre hareket ediyormuş. Benim yaşlarımda erkeklere başlayan ilginin tek sebebi hormonlar ve sonraki nesilleri koruma çabasıymış. Tüm bu gerçekliğin arasında insan sevginin varlığına inanmakta zorluk çekiyor. Peki ya sonra ne mi oluyor? Zaman ilerliyor ve hormonlar bu sefer erkeklere olan ilgiyi azaltıp annenin tamamen çoğuyla ilgilenmesini ve onu hayatta tutabilmesini emrediyor. Kendi annemde de bu kısmın doğruluğuna yemin edebilirim.
Yaşlılık döneminden ise kadınların artık tamamen kendileri ile ilgilendiği yazıyordu. Hormonlar etkisini yitirmiş ve beyin artık hormonların kırbaçlarından kurtulmuştu. Artık özgürdü. Bu yazının biraz sert ancak doğruları dile getirdiğine emindim, aklıma yatmıştı.
İnsan kötü olduğunu bilir mi?
Savaş kötü olduğunu biliyor ve bununla gurur duyuyor gibi bir hali var. Kötü birisi olup olmadığımı bilmiyorum. Sevmediklerime karşı iblis gibi olabilirdim ancak bu çok nadirdi. Fikirlerimin çoğu da insanları incitmek yer almazdı lakin iyi biri mi, kötü biri mi olduğumu bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...