"Başlangıçtan başla..." dedi kral ciddi bir şekilde "ve sona ulaşıncaya kadar git. Sonra da dur."
Lewis Corroll, Alice Harikalar Diyarında, 1865
Göğsümde, ne olduğunu bilmediğim bir şeyin eksikliğini hissediyor olmamdan dolayı bir ağrı var.
Maddesel varlığını elimin altında hissedebiliyorum. Tam da burada. İçimi kemiriyor ve kalbimi yiyor.
Kulağıma yankılar çarparken, gökyüzüne de dünyanın yansıyan görüntüleri doluyordu. Ve bu karışıklığın arasında kendi anılarımı bulma korkusu var. Anılar tehlikeli olabiliyordu.
O kaza; yalnızca gırtlağımı düğümleyen bir şey, içimde dalgalanan bir hüznün başlangıcı.
Gözlerimi kapayıp açtım. İyice dağılmaya başlayan uykum tekrar bastırmakla tehdit ediyordu.
Savaş'a kanepeye gideceğimi söylemiştim ama hala onun yatağındaydım. Uyuya kalmış olmalıyım. Dağılan saçlarımı gözlerimden uzaklaştırdım ve elimle beyaz çarşafları yokladım. Ilıktı. Yanımda uyumuş olmalıydı.
Bu gerçeği görmezden gelmek için gökyüzüne baktım. Bu gün hava biraz serin olacak gibiydi. Tam da uçurtma uçurmalık. Ama Savaş ortada yoktu. Onu alkolün olduğu her yerde bulabilirim ama evden dışarı çıkmam yasak ve Savaş sarhoşken pek de işe yaramazdı.
Derin bir nefes aldım ve dışarıya çıkamadığıma üzüldüm. Yakalanmadan geri dönme ihtimalim de yoktu. Birkaç dakika bahçeye çıksam Tunç beni bulamaz ve Savaş'a haber verirdi ve ortalık karışırdı.
Bunun verdiği hüzünle daha da derin bir nefes aldım. Nefesimde dışarıya olan özlem vardı. Biraz da hayal kırıkları.
Ellerime baktım. Artık sadece kemikten oluşuyormuş gibi görünüyorlardı. Uzun ve kemikli eller bana iskeleti anımsatıyordu. Artık kendi vücudumdan korkuyorum. Sanki takılıp düşsem bütün kemiklerim kırılacaktı. Kemik çıkıntılarım eskisinden daha belirgin ve onlara dokunmak beni korkutuyordu.
Duman dağı nasıl sararsa beni de öyle sarıyordu hüzünler. Artık hasta değilim ama neden hala çok uykum var bilmiyorum. Uyuyunca canım yanmıyordu belki ondan. Üç saatlik uykunun zihin için yeterli olduğu söyleniyordu ama benim ruhum yirmi dört saat uykuya ihtiyacı olacak kadar yorgundu.
Biraz da sıkılmış.
Mevsimlerin doğrultusuna bakıp üzülüyorum. Yakın da yaz gelecek ve sıcak olacak. Ben yaz çocuğu değilim ki ve sıcaktan nefret ederim. Bu bile beni üzmeye yetiyordu. Gördüğüm her şey beni üzüyor.
Sırt üstü uzandım ve tavandaki avizeye baktım. Bu oda sıradan bir misafir odasıydı işte. Oysa ben çatı katında hep bir odam olsun isterdim.
Penceresi sıradan, herkeste bulunun gibi olmasında yatay açılanlardan olsun. Pencerenin iki yanında ince uzun iki tane kitaplık, aslında benim kitaplarım oralara sığmazdı ama kitaplarımın dağınık durmasını seviyorum. Bazen içinden sakladığım kağıtlar veya notlar düşünce açıp baştan okumak iyi oluyordu.
Oda çatı katında olduğu için küçük olacaktı mecbur ama yine de içine çok eşya sığdırmayı başarabilirim. Pencerenin biraz gerisinde, manzara bakan yere bir tane sallanan sandalye ve hemen önüne küçük bir sehpa kahvemi koyabileyim diye.
Ve arka da bir gardırop. Duvar boyunca olması önemli. Fazla giysim yoktu. Sürekli taşınıyorsanız fazla giysinizin olmaması önemliydi ve benim de yoktu ama artık olabilirdi. Tüm gardırobu dolduracak kadar hem de.
Ve çalışma masam hemen yatağımın kenarında olmak zorunda kalmıştı. Aslında bir çalışma masasına ihtiyacım olmadığına inanıyorum ama birden fazla kitap açabilmek için de birebirlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...