Hepimiz bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor.
Oscar Wilde
Neden pencereler var?
Nesnelerin isimlerini, amaçlarını ve kavramlarını sorguladığım bir başka gündeyim. Kafamı biraz sola çevirince pencereyi gördüğümde aklıma geldi bu soru. Kendim olduğumu ancak sorgulamaya devam edince anlayabiliyorum.
Dışarıdakilerin içeride neler olup bittiğini dikizlemesi için mi, yoksa içerdekinin dışarıdan haber alabilmesi için mi? Belki de sadece gökyüzünü görebilmek içindir. O mavimsi örtü ve pofuduk bulutlara bakmak içindi bence. Ben kendi evime bu yüzden bir pencere yapardım.
Peki ya kapılar niçin vardı?
Mahremiyeti sağlamaktan başlıyor ve uzun bir liste yapacak kadar çok madde yer alıyordu. Kapılar, pencereler kadar ilgi görmüyordu hem. Pencereler farklıydı. Özgür olmamak hep bir pencere ile simgelenmişti.
Sabahları uyandığımda kafamın içinde yarım yamalak kalmış, birkaç parçası eksik yapboz şeklinde anılar olmasından bıktım. Bulanıklık içinde kalmaktan yoruldum. Hiçbir şeyden emin olamıyorum.
Savaş'ın haklı olması düşüncesi beni bitiriyor. Ama Ertaş diye birisi yoksa uykumda nasıl onun ismini sayıklayabilirdim ki? Olamayan birisini, daha hatırlamadıkça sayıklamam tuhaf olurdu. Beynimin derinliklerinde kim olduğunu biliyor olmalıyım ama oraya giden yollar hep karanlık.
Onun Kasap olup olmadığından emin değilim ama bana çok acı çektiriyordu. İnsan öfkesini yazabilir, hüznü için şarkı söyleyebilir, mutluluğu için kahkaha atabilir ama acı farklıydı. Acıyı anlatma biçimi yoktu. Öyle uzun uzun anlatılmazdı. Soranlara öyle işte denilirdi.
Ölümün fiziksel olmasına gerek yoktu. Ben her gün intihar ediyorum zihnimde. Her gün ayrı bir düşünce ölüp gidiyordu. Düştüklerini ancak kırılma sesinden sonra anlayabiliyorum. Onlarında canı acıyor muydu? Yok olup gitmek acısız bir işlem olamazdı.
Böyle bir yere kadar geliyorum sonra duvara toslayıp tekrar en başa dönüyorum. Gidecek bir yer yok sanki hep bir duvarlara toslayacağım. Hayatın beni devirdiği gibi kaldırmasını bekleyeceğim.
Her şey gelip geçerdi. Kimse kalıcı değildi. Ve bu yüzsüz acı misafirlik süresini uzattıkça uzatıyordu. Akıntıya kapılıyor, batırılıyor, parçalanıyormuş gibi hissediyorum.
Yaşamımda beni bitirmeyen bir tek bir anı bile yoktu. Kaygı içinde yalpalıyorum işte. Her zaman benim canımı yaktıklarından bahsedip duruyorum ama ben bile yürürken karıncaların inşaatlarını sarsıyor ve onlara zarar veriyordum. Sonrada neden hep zarar gören ben oluyorum diye bencil bir düşünceye tutunuyorum. Herkes kendinden daha zayıfı eziyordu ve bazıları bunun farkında bile değildi.
Elime bir bıçak alıp yüreğimi soluklandırasım geliyordu. Kalbimi delik deşik edeceğimi bilsem de saplayasım geliyor o bıçağı. Derine kadar itip ortasına bir delik açmak istiyorum. Kanın süzüldüğünü hissetmek istiyorum.
Saniyeler birleşip dakika oldu, dakikalar saatlere dönüştü. Ve ben hala olduğum noktadayım. Her şey ilerlerken bir tek ben sabit kaldım.
Yeni yakalanıp bir kafese konulan kuşun yüreği, göğsünde nasıl atarsa benimki de öyle ürkek atıyordu. Dışarıyı hiç bilmeden öylece dört duvar arasında yaşıyordu. Dışarıdaki hayatın varlığından haberdardı, en üzücü olanda buydu. Sonuçta insanoğlu bilmediği bir şey için üzülemezdi.
Hayatım beyaz bir kağıt değildi ama üzerine sıçrayan mürekkep yüzünden şimdi tüm gölgeler kısalıyordu. Beklentiler sadece üzerdi. Bu yüzden beklemekten vazgeçtim. Zor oldu ama üzülmemeye değerdi. Üzüntü bana sıkıntı getiriyor ve beni hasta ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...