VAVEYLA

6.9K 424 127
                                    

          CHRISTABEL  

Heyhat! Onlar dostlarındı senin,
Ama fısıldayan diller zehri olabilir gerçeğin,
Süreklilik yaşar yukarıdaki âlemlerde,
Yaşam dikenli, gençlik ise nafile.
Ve öfkeyi görmek sevdiklerimizde,
Beyni dolup taşırır türlü delilikle.

SAMUEL TAYLOR COLERIDGE

Özgür'den... 

Ne hissettiğimi bilmiyorum ama hüzünlü müzik dinlememe sebep olan bir şey var. Beni sabah ayazında dışarı çıkartıp yalnızlığın sert kollarına itiyor. Isınmak için güneşin doğmasını bekledim saatlerce, asla doğmadı. İple asılmış gibi gökyüzünde duruyordu fakat ısıtmıyordu. Isınmayan benim bedenim mi? Yoksa bu güneş mi çok adi?

Bu kaderi yenmem lazım.

Garp alemi ile kendi dünyam arasında sıkışıp kalmıştım. Bulunduğum muhittekileri görmüyor adeta sadece yürümeye odaklanmış gibiydim. Çevredekileri izlemiyor, sadece kendimi sorgulayarak devam ediyordum. Bu benim için kıyamet alameti sayılabilirdi.

Kendime küfürler edip de hata üstüne hata buluyordum. Türkiye küfürsüz yaşanabilecek bir ülke değildi. Türkiye tehlikeli bir ülkeydi. Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlamak, köprü olmak göründüğünden daha zordu. Bu ülkede kimleri tanımadım ki; ateş emri verip de kadavra görünce şaşıran mafyaları, kara para işinde çalışan polisleri, şirket adında uyuşturucu tacirlerine kadar hepsini tanıdım.

Onlarda beni tanıdı.

Tüm bunların içinde nasıl olur da Yankı'nın zarar görmeyeceğini düşündüm. Ben polis değildim ancak birilerinin ona zarar vermemesi için yeterli bir neden değildi bu. Şimdi onlara yardım ediyor olabilirim fakat kötü işler yaptım zamanında. Ve bunların hepsi dönüp dolaşıp Yankı ve Ahu'yu buluyordu. Bu tarz işlerle uğraşacaksınız kimsesiz olmanız gerekiyordu. Öyleydim, ta ki ablam ölene kadar.

Odamda oturuyorum ve hüzünlü müzikler dinliyorum. Perdeler içeriye azıcık ışık geçirecek kadar açıktı. Karanlıkta oturuyordum, kendimi hiç bu kadar işe yaramaz ve çaresiz hissetmemiştim. Aklıma yapabileceğim bir şey gelmiyordu. Hepsini denemiştim zaten, geriye bir şey kalmadı. Sorgulanmamış adam, haberin de yayınlanmadığı iletişim aracı da kalmadı.

Bu durumda keşkelere geri dönüyorum. Keşke Savaş'ın vurulmasına izin verseydim. O zaman hiç vakit kaybetmeden Yankı'yı alabilirdim. Şimdi aklımda Savaş, silahın namlusunu Yankı'nın kafasına dayadığında suratında oluşan şaşkınlık ve korku ifadesi var. O anlar kaç kere rüyama girmedi ki, hep aynı sahne ancak vurulan kişi ben değilim, o.

Kollarıma alıyorum onu, nefes almıyor. Kan tüm giysilerine yayılmış, ölüyor onu kurtaramıyorum. Vurulmadan önce Yankı'nın attığı çığlık kulaklarımda tekrarlanarak büyüyordu. Benim için bir üzülmediği kalmıştı bir yavrucağın. Belki de hala ölü olduğumu sanıyordu, ona yaşadığımı söylemek isterdim. Saçlarını okşamak ve tüm bunların bittiğini söylemek isterdim.

Odanın kapısı arsızca açılınca içeriye bir tek bu şekilde girenin Mehmet olacağını bildiğimden hiç aldırış etmeden kendimi hüzünlü müziğe bıraktım. Mehmet önce gözlerimi kör edecek kadar odaya aydınlattı. Sonrada da müziğimi kesti. Kafamı kaldırıp da ona bakma tenezzülü göstermedim. Beni hala tam olarak affedebilmiş değildi. Sadece ihtiyacı olduğu için bana müsemma gösteriyordu.

Masanın üzerine bıraktığı nesnenin sesini duyduğumda yavaşça gözlerimi masaya çevirdim. Bir kadın kolyesiydi bu. Takılacağı bir yerde sorun vardı. Kendiliğinden bozulmuş değildi, birisi boynundan koparıp atmış veya çekip koparmıştı. Yeni bir dava ve ipucu diye düşündüm başta. Ama değildi, bunu Mehmet'in yüzünden anlayabiliyordum. Silahlarını koyduğu askılık bugün yoktu. Bugün onun izin günüydü. Fazla mesai yapıp bana iş getirecek değildi.

KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin