GÜNAHKAR

10.9K 599 830
                                    

Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsınız.

Konfüçyüs 

Yankı'dan...

Yoldan geçen tek tük arabanın motor sesi geceye karışıyor, evde yalnız olduğumu bana daha da hissettiriyordu. Savaş'ın bu gece eve gelmeyeceğini anladığımda erkenden yatağıma girdim ve yatağımın altında bulunan suntaları saymaya başladım. Tam on altı tane vardı. Bunu biliyordum çünkü defalarca onları saydım. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş ve on altı.

Üzerimde dua etmek gibi bir etkisi vardı. Yüksek sesli fısıltılar var, içimdeki çığlıklara tezat daha çok ses çıkarıyordu. Fısıltıların sessiz olması gerekmez miydi? Sonrasında bir sessizlik geliyor; duyduğum tüm ağıtlardan bin kat daha kötü bir sesti bu.

Aniden bir solgun ölümün yansıması gibi çöken sessizlikte göğüs kafesimi yırtacak kadar güçlü olan kalbimi duyabiliyorum. Kapalı kapıları, kalın duvarları ve üzerindeki zincirleri tek hamlede kırabilecek olan karanlığın neyi aşamayacağını düşünüyorum. Belki aydınlığı aşamaz ama o kadar kuvvetli ki bir seçim yapsam, beni kendini seçmeye zorlardı.

Canımın yandığını hatırlıyorum. Dayakla filan değil, sopalar ve taşlar kemikleri kırabilirdi ama kalbimi kıran kelimelerden başkası değildi. Çoğu insan kelimelerin nasıl kullanılacağı bilmezdi ama bazı kelime cambazları vardı ne silaha ne de kalabalığa ihtiyaçları vardı. Kelimeleriyle hepsini temin edebilir, toprakları fethedebilirdi. Bense kelimelerin ağırlığından kaçıyorum, üzerime yağmur gibi düşen binlerce kelime var.

Konu dönüp dolaşıp anneme geldiğinde ebeveynlerimin savaşları bir resim gibi kısa süreliğine gözlerimin önünde patlıyor. Konu onlar olduğunda kendime özgü bir hafıza kaybına uğruyorum. Kavgalarını unutmak istiyorum ve başarılı oluyorum. Her şeyin normal olmasını o kadar çok istiyordum ki bunu kendime inandırdım ve normal olmayan her şeyi unuttum. Şimdi bu halde zihnimin derinliklerine iniyorum.

Neler oluyordu?

Bütün renklerim karanlığa esir düşüyor, kulağımda kuşların tok sesi var. Ruhumu sakat bırakan anları hatırlamayacak kadar korkuyorum, eğer hatırlarsam o sakat ruhla yola devam etmenin sancısını çekemezdim. Zamana dökülmüş ne çok acı var. Yaşamın acımasız izleri gözlerimde yer ediniyor, insanlar benden ürküyordu.

Anılarımın terk ettiği zihnimin şimdi harabeden farkı yoktu. Geçmişime baktığımda hep aynı oluyorum: Boş bakışlar, aynaya düşen ölü yansımam, en derin haykırışlarımın kesiklerinden akan kanı görüyorum. Üzerimde binlerce kanayan yara var.

Yıkılmakta olan ülkemden geriye kalan tek kişi dayımdı. O beni tanımıyordu, bende onu tanımıyordum. Birbirimizi tanımak istemiyorduk çünkü aşina olduğumuz o karanlıktan ikimizde de vardı. Donuk gözlerimizde zorlu hayatlarımızın sararan sayfaları vardı. Sadece bir güven vardı aramızda annemin ördüğü; birbirimize sahip çıkacağımız bir güven duygusu. O güvene ne oldu? İnsanlara olan güvenimi uzun zaman önce kaybetmiştim ama dayıma olan güvenim hala sağlamlığını koruyordu. Annemin bana verdiklerini bu kadar kolay silip atamazdım sonuçta.

Bazı kız çocukları kendi evrenlerinin yetimhanesinde kalırdı. Bu söze daha başka nasıl aşık olunabilirdi ki? Yetimhaneye terk edilmek için yaşım büyük ama bunca yıldır yaşadığım ormandaki tüm ağaçları koparılması ile yalnız başıma kalmıştım. Toprağımda ne mineral ne de su vardı. Gün geçtikçe kurumaya devam ediyordum ve birden toprağımdan söküldüm ve başka bir yere dikildim. Tamamen yabancı olduğum bu yerde nasıl tutunabilirdim ki?

KATİLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin