İnsanlar mutlaka değişir. Genellikle de asla olmayacaklarını söyledikleri şeye dönüşürler.
Charles Bukowski
"O zaman hayır," dedim. Arkamı dönüp daha fazla bu loş ortamda geçmişime oyuk açmak istemiyordum. Başım ağrımaya başlamıştı ve kimsenin bu saatten sonra bana ağrı kesici vereceği yoktu.
"İyi düşündü mü?" diye sorarak beni durdurdu.
Tüylerimi diken diken eden gizemli bir ses tonuna sahipti. Eğer ondan isteneni yapamazsa sonucunu biliyordu ve bu yüzden ısrar ediyordu. Onun bu çabaları bana tavana asılmış bir kurbağanın kurtulma çabalarını anımsatıyordu. Bende kabuğu ters dönmüş bir kaplumbağaydım ve kimse bana yardım eli uzatmadı. Tersine bir tekme daha vurdular.
Tam da ona cevap vermeye hazırlanırken çabalamaya devam etti. "Elindeki alçı daha yani. Muhtemelen elini kırdılar. Kim bilir daha neler yaparlar, Yankı. Mantıklı düşün," dedi.
Sinirlerim bozulduğu için gülerek ona döndüm. "Mantıklı olayım öyle mi? Diyelim ki sana adresi ve imzayı verdim. Sende beni buradan çıkardın ve Kasap'a götürdün. Orada adres doğru çıkana kadar oldukça iyi karşılandım. Ve sonra özgür olacağım değil mi?"
"Evet," dedi zafere ulaşmış gibi.
"Senin bu dediğine çocuk bile inanmaz. Adres doğru çıktığı anda kafama silahın namlusunu dayayan Hakan'ı ve emri veren Ertaş'ı görebiliyorum. İşte bu yüzden bir kez daha söylüyorum: Hayır."
Dudaklarını birbirine bastırdı. Bu hiç hoşuna gitmemişti. Analitik sonuçlar çıkartan beyni ona söyleyecek bir cevap bile bulamıyordu. Sonuçta söyleyecek bir şey kalmamıştı. İkimizde hikâyenin sonunu görebiliyorduk. Gözlüklerini düzeltti, yalandan bir iki kere öksürdü ve çantasını toplamaya başladı. En azından Kasap öyle şeyler yapmayacak demiyordu.
Keşke hep on yedi kalsaydım.
Ailemle birlikte olurdum. On sekizime bastığım günün felaketi üzerimde olmazdı. Kaza, sınav, dayım, Savaş, Cellât ve Kasap ile hiç tanışmamış olurdum. Sadece on yedi olmak, belki de dünyanın en güzel yaşıydı. Zekâ, güzellik hiç işe yaramıyordu. İnsanda şans olmalıydı. O da bende hiç yoktu.
İçeride bekleyen azabım bitmişti. Şimdi bu araftan cehennem tarafına geçecektim. Elim hiç uzatmak istemesem de kapının kulpuna uzandım. Yavaşça kapıyı açıp beni bekleyen Cellât'a baktım. Hemen arkasında iri yarı adam duruyordu. Kendimi onun yanında cüce gibi hissetmemin hiç anlamı yoktu çünkü Cellât bile onun yanında ufak tefek bir adam gibi kalıyordu.
Cellât artık onu, bana istediğini yapması konusunda serbest bırakmış sayılırdı. Bu yüzden iri yarı adamın yüzünde oldukça geniş, salakça bir gülümseme vardı. Cellât nelerin olup bittiğini anlamak için iyice beni süzüyordu. Ona söylemeli miydim?
Arkamdan hızlıca çıkıp giden avukat her şeyi anlatmış olmalıydı. O bile burada kalmaya yarım saat dayanamıyorken ben burada günlerce kalacaktım. Bir çerçevenin içine sıkıştırılmış gibiyim. Ne olursa olsun her zaman bu dört parça tahtanın arasında kapana kısılmış olacaktım.
Ona güvendim. Sorgusuz sualsiz. Aptal, beyinsiz bir salak gibi bizi buradan çıkarabileceğine inandım fakat şimdi gözlerim bağlanmış ve gemiden aşağıya itiliyorum. Çok iyi bir yüzücüde olmadığım aşikârdı.
Göğsümde bir yanma hissettim; orada bir ateş yakılmıştı. Ya da cayır cayır yanan minyatür bir güneş belirmiş, içimi kavurmaya başlamıştı. Karanlık akciğerlerimi doldurarak beni nefessiz bırakıyordu. Kâbus boğazıma yapıştı ve sıktıkça sıkıyordu. Yeniden terlemeye başladım. Oysa hava serindi, bu havada terleyemezdiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL
Mystery / ThrillerO yıl, bahar fırtınaları çok uzun ve şiddetli geçti. Birçok ceset bulundu. Ve hepsinde K.B. işareti vardı. O, bir katil... Kahverengi gözlerinin ardında karanlık düşünceler besliyor. Karanlık zihnini aydınlatan tek şey kan. P...