"Hay ben senin..."
Beni sıkıca tutan genç adam yeni bir hakaret silsilesi daha başlattığında, ellerimi göğsüne yaslayıp onu iteklemeye çalıştım. Çalıştım diyorum, çünkü bir milim bile yerinden oynamamıştı. Çelik gibi bir iradeyle olduğu yerde duruyordu.
"Bırak beni!" derken bu kez yumruklarımı rastgele savurdum. Karşılığında kollarımda kenetlenip kalmış olan parmaklarını biraz daha sıktı ve küçük bir çığlık attım. "Bıraksana! O benim peşimde. Sen karşıma çıkmasaydın ne güzel kaçıp saklanmış olacaktım!"
Şimdi eskisine nazaran daha yavaş adımlarla bize yaklaşan adama bakan gözleri birden üzerime döndü. Saçları ve teni birbiriyle o kadar tezat bir durum oluşturuyordu ki, ilk kez zıtlığın bu kadar mükemmel bir uyum sağladığına şahit olmuştum.
Abanoz siyahı, dalgalı saçları geceyi emip içine hapsetmişti âdeta. İçine düşenin bir daha kurtulamayacağı karanlık dehlizleri andırıyordu.
Cildi ise bunun tam tersiydi. Bembeyaz ve de tertemiz...
"Senin peşinde mi?" biraz önce hayli müstehcen kaçan sözlerinden dolayı anlayamamıştım, lâkin sesinde iç gıcıklayan, kulağa oldukça hoş gelen bir tını vardı. İngiliz aksanı dedikleri böyle bir şey olsa gerekti. "Seninle ne işi olur onun? Biraz fazla mı hayalciyiz ne?"
Sanki bu dediğimin mümkünatı yokmuş gibi şaşırması üzerine öfkeyle omuzlarına vurdum.
"Ne bileyim ben ne işi olur? Git ona sor. Babamı elinde tutuyor. Tek bildiğim bu."
Adam iyice bize yaklaşmıştı. Eğer hemen bir şeyler yapmazsam, yakalanmam an meselesiydi.
Çırpınıp bir kez daha beni serbest bırakmasını söylediğim anda, zihnimin bir köşesinden hain bir ses, bu gencin o adamla bir bağlantısının olabileceğini ve bu yüzden de beni oyalamaya çalıştığını fısıldadı usulca.
Aldığım nefes içimde tutuklu kalırken dudaklarımı dişledim.
"Onunla birliktesin, değil mi?" konuşan bendim ama kulaklarıma çarpan ses bambaşka birine aitti sanki. "Beni yakaladınız."
Kaşlarını çattı fakat cevap vermeden beni arkasına doğru itekledi.
"Saçmalamada çağ atlıyorsun şu an, aklında bulunsun. Bu gulyabaniyle benim ne gibi bir alâkam olabilir? Bir kere yan yana dursak bile bu bana hakaret olur."
Sırtını izlerken yüzümü kırıştırdım. Kim ne derse desin, asrın hastalığı ego sahibi olmaktı ve bu genç haddinden fazla kendini beğenmiş gibi görünüyordu.
"Başkalarının ardına saklanarak kaçamazsın Cathleen," adam bana seslendiğinde başımı ileri doğru uzattım. "Yanlış yoldasın. Olmaman gereken yerde. Seni babana götüreceğim derken ciddiyim. Fakat sen bunu istemiyormuş gibi davranıyorsun," dudaklarını bilmiş bir edayla büzerken ellerini iki yana açtı. "Benden günah gitti. Bazı şeyleri güzellikle anlamıyorsan, seninle başka bir dilden konuşmamızın vakti geldi demektir."
Kesinlikle tek bir kelimesinden bile bir mana çıkaramadığım, bir dizi sözcüğü yüksek sesle mırıldanmaya başladı. Benimle birlikte, bana bir nevi kalkan olan genç adamın vücudu, alarm moduna geçmiş gibi kasıldı.
"Umarım elli metre koşunca 'Ben yoruldum!' diye yakınan insanlardan değilsindir Cathie, zira az sonra ömrünün en uzun soluklu maraton koşusunu yapacaksın."
Beni tanımamasına rağmen ismimi bu şekilde zikretmesi karşısında nasıl bir tepki vermem gerektiğini kestiremedim. Lâkin iyi ki de buna kafa yormadım, zira ansızın sokağa başkaları da gelmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasía▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...