Druid hâlen neler olduğunu kavrayamamış gibi bir müddet daha hareketsiz kaldı, sonrasında sahiden de karşısında duran kişinin ben olduğumu anlayınca kapıyı yüzümüze kapatmaya kalkıştı, fakat Chas hızlı davranıp bir ayağını öne uzatarak kapının aralık kalmasını sağladı.
“Oldu mu şimdi?” dedim homurdanarak ve Máedóc’u ittirip içeri girdim, hemen arkamdan gelen Chas, kapıyı kapatıp sürgüsünü çekti. “Daha önceki gelişimde böyle davranmıyordun ama? O vakitler nasıl da misafirperverdin? Arkhael’in bir ayaklarına kapanmadığın kalmıştı.”
Máedóc’un çenesinde bir kas gerildi, sinirlendiğini kapkara gözlerinden anlayabiliyordum ama daha fazla uzatıp da onu bana düşman olacağı bir kıvama getirmeye niyetim yoktu. Yoksa bizi reddedebilirdi ve böylece tüm çabalarımız boşa gidebilirdi.
“Her neyse,” bakışlarımı neredeyse bomboş olan holden alıp merdiven basamaklarına doğru yönelttim. O kadar az sayıda eşyası vardı ki, burada yaşayıp yaşamadığı belli bile olmuyordu. “Şimdi sana eski defterleri açmayacağım, çünkü ikimizin de buna ihtiyacı yok, öyle değil mi?”
Druid kısık gözlerle Chas’i izlerken aniden bakışlarını bana çevirdi.
“Buraya nasıl geldin?” dedi nihayet. “Kral sana nasıl müsaade etti?”
“Ondan izin almam gerektiğini sana düşündüren ne?” parmağımla yukarı katı işaret ettim. Neden bilmiyorum ama burada kendimi rahat hissetmiyordum. “Kendi başına bir bireyim. Dolayısıyla da kendi kararlarımı kendim alabilirim.
Gelmek istedim ve geldim.
İşte hepsi bu kadar.”
Chas sesli bir şekilde güldü. Basamaklara ulaşan Druid dönüp bize tuhaf tuhaf baktı. Onu alaya alır gibi konuşmamdan hiç hoşlanmamıştı.
“Hem sen beni boş ver,” yanına gidip ona tatlı tatlı tebessüm ettim. “Asıl sen nasıl geri döndün? Son gördüğümde Arkhael bir parazit gibi sana yapışmıştı. Ondan kurtuluşun kolay oldu mu?
Kendine geldiğinde herhangi bir hasar almadığını varsayıyorum?” derken kaşlarımı kaldırdım.
“Bu seni ilgilendirmez,” deyip kestirip attı. Öfke tohumları kalbine saçılmıştı, o tohumların filizlenmesine neden olmak istemediğimden omuzlarımı silktim ve bu konu hakkında başka bir şey söylemedim.
“Niye buraya geldin, yoksa benden intikam almak mı istiyorsun?” üst kata çıkınca Máedóc Gölge – Ruh kralıyla birlikte girdiğimiz odanın kapısında durdu. Esasen oraya girmeye bir gram bile isteğim yoktu ama bir şekilde tüm kirli işlerini orada hallettiğini düşünmeye başlamıştım.
“Saçmalama Máedóc, niçin böyle bir şey isteyeyim ki? Sen sadece sana denileni yaptın. Karşında koskoca kral vardı, onun sözünü dinlemeyip de zavallı ve biçare olan bir genç kızın yanında yer alacak değildin ya,” alttan alttan laf dokundurmaktan da geri durmuyordum, bunu sezen Druid’in kaşları çatıldı. Dudaklarını aralayacağı sırada konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. “Hem farz edelim ki senden öç almak istiyorum, bunu nasıl yapacağım ki?
Bir büyücüsün sen. Benden çok daha kudretli ve de güçlüsün. Seninle kıyaslanınca kimim ki ben?”
Onu övüyor muyum, yoksa rezil rüsva etme yolunda inceden ilerliyor muyum, bunu anlamaya çalışır gibi bir süre bocaladı. Ve geçen zaman zarfında Chas’in varlığını unutmuş gibiydi. Ancak genç Dewrion kibarca boğazını temizleyip artık bu suskunluğa bir son vermek istediğinde dikkatini ona verdi ve uzun uzun Chas’i seyretti.
“O zaman yine aynı soruyu soruyorum: Niye buraya geldin?”
Sırtımdaki çantayı çıkarıp kucağıma aldım ve elimle üzerine vurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...