Bir kez daha kayıklara binmiştik. Kıyıdan deniz fenerine kadar olan kısa yolculuğumuz sırasında gökyüzünü baştan ayağa saran güneş ışıkları, yerini yağmur yüklü bulutlara bırakmıştı. Bu ani değişim beni hazırlıksız yakalamıştı. Suratıma ve elbisemin açıkta bıraktığı tenime düşen iri damlalar, titrememe ve üşümeme neden oluyordu.
Dağılan saçlarım bir kırbaç gibi suratıma vururken, başımı sol tarafıma çevirip diğer kayığa göz attım.
Babam büyücülerin tam ortasında, onlara kıyasla daha alçakta duracak şekilde, ayaklarını bedeninin altında toplamış bir vaziyette oturuyordu. Sert rüzgâr normal hâlinden daha uzun olan ve kıvrılmaya başlamış siyah saçlarını havalandırırken gözlerimiz kenetlendi.
Her zaman ona değil de, Shannon’a benzediğimi düşünmüştüm. Onun öz annem olduğunu sandığım vakitler… Ve bunun için de epey üzülürdüm, çünkü ben şu “babasının kızı” tabirine en uygun kişiydim, her şeyimle onu örnek alırken fiziksel görünüşümün de ona benzemiş olması gerektiğini savunurdum.
Fakat şimdi hiçbir şeyin öyle olmadığını biliyordum. Öz annem Vanessa’yı hiç görmemiştim, elimde bir fotoğrafı bile yoktu. Dolayısıyla genlerimi ondan mı, yoksa fail-i meçhul olan biyolojik babamdan mı almıştım, bunun cevabını veremiyordum.
Aramızdaki birkaç metrelik mesafeden bile sıcaklığını hissedebildiğim koyu kahverengi gözleri yorgunlukla kapandı. Esasen Andrew Dover’ın hiçbir şeyi olmadığımı hatırlamak, bunu ilk öğrendiğim vakitten daha büyük bir şokla bedenimi sarstı.
Çünkü o zamanlarda yalnızdım, Dewrionların yanındayken bunun ne demek olduğunu tam anlamıyla irdeleyememiştim.
Ne var ki, şimdi babam buradaydı. Benimle aynı yerde…
Bu gerçek çok daha büyük çaplı bir yıkımla beraber, acıyla yüklü bir enkaz bıraktı bedenimde.
Reddediyordum. Bu, olamazdı. Ben Andrew Dover’dan başkasını “baba” olarak göremezdim.
“Ne düşünüyorsun?” Sthenis beni sinir edecek biçimde yeniden omzumdan kavradı. Böyle giderse elbisemin aksesuarlarını koparacaktı. Şu durumdayken bile kıyafetim için telaşlanıyor olmama hayret ettim. Normalde asla böyle kaygıları olan biri değildim. Ancak bu elbise benim için değerliydi ve de özeldi.
Nia’nın hediyesiydi. Her parçasında ona dair bir şeyler vardı…
“Yoksa öz babana kavuşacağın için heyecanlandın mı?”
Gölge – Ruh’un biraz yüksek sesle sorduğu bu soruyu, maalesef diğer kayıktaki babam da duymuştu. Aniden gözleri açıldı ve bana baktı.
Acaba nasıl bir yanıt vereceğimi düşünüyordu? Gölge – Ruh’un memnun olmasını sağlayacak türde bir cevabı bana yakıştırıyor muydu?
Sessiz kalmam Sthenis’in giderek moralini bozmaya başlamıştı anlaşılan. Beni biraz dürttükten sonra, aslında neden bir şey söylemediğimi anladı ve bu kez de Druid liderine seslendi.
“Hey, Cynbel! Bu kıza her ne yaptıysan büyünü geri kaldır. Böyle kukuman kuşu gibi durmasından hiç hoşlanmıyorum. Kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissediyorum.”
“Sen zaten kendi kendine konuşuyorsun,” diye homurdanan Cynbel, yine de Gölge – Ruh’un isteğini geri çevirmedi ve bir şeyler mırıldandıktan sonra, bana büyüyü yaparken nasıl derin bir nefes alıp bunu içimde saklı tutmuşum gibi olduysa, şimdi de o soluğu geri vermişim gibi bir rahatlık çöktü vücuduma.
Kolumda bir baskı hissedince oturduğum yerden sıçradım ve inledim. Sthenis beni çimdiklemişti!
“Sakin ol Cathleen, sadece her şey yolunda mı diye kontrol etmek istedim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...