Nia ve Daniel'ın da başı arkamızdaki kapıdan göründüğünde, Chas hiç gereği olmamasına rağmen ceketini düzeltti ve elimi tutup kendi kolunun üzerine koydu.
"Muhterem refikam, size eşlik etme şerefini bana bahşettiğiniz için size müteşekkirim."
Saç diplerime kadar gergin olmama rağmen kısık sesli bir kahkaha patlattım. Chas'in bana odaklanan gözlerinde muzip bir ifade vardı.
"Ciddi misin?" dedim kahkahamı bastırmaya çalışarak. "Bu gece adab-ı muaşeret kurallarına göre mi hareket edeceksin?
Şu hâline bir bak! Gören de 1900'lü yılların başındaki bir filmin seslendirmesini yapmak için diksiyon dersi aldığını zanneder."
"Etrafınıza bir bakın saygıdeğer hanımefendi. Şu soylu duruşlara, kibar insanlara tamamen zıt bir konumdayız.
Azıcık da olsa, oyunu onların belirlediği şekilde oynayalım ama değil mi?"
Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.
"Peki, öyle olsun bakalım."
Otelin balo salonuna doğru ilerlerken, sahiden de insanlardaki ihtişamı gözleme imkânım oldu. Tüylü şapkalar, kat kat dökülen etekler ve parıldayan, rengârenk smokinler...
"Ne kutlaması bu yahu? Sanki kostümlü parti gibi."
"Ruh bozuntularının yeni moda akımı bu olsa gerek," derken önemsizmiş gibi omuz silkti. "Aman ne giyerlerse giysinler. Sanki sonucu değiştirebiliyorlar da!
Aynı garabet suratlar, aynı çirkin sesler...
İstedikleri kadar allanıp pullansınlar. Özleri değişmiyor ya!" tiksinir gibi burun kıvırdı. "Sizi kokuşmuş beyinsizler topluluğu sizi!"
Salonun çift kanatlı kapısı, biz tam karşısına geldiğimizde her iki yanında nöbette bekleyen görevliler tarafından açıldı.
Ansızın yüzüme sıcak bir hava dalgasıyla birlikte hayli pahalı olduklarına kanaat getirdiğim farklı farklı parfümlerin kokusu çarptı.
Kapıdan geçerken hissettiğim suçluluk duygusu, tüm dikkatini amacına yöneltmiş olan Chas'in kararlı bakışlarını görünce biraz hafifledi. Ben de onun gibi dik durmalıydım, bu herkesten çok beni ilgilendiriyordu ve bu gece buradaysak, bunun en büyük nedeni bendim.
Kim olduğum hakkında belki de benden çok çabalayan Dewrionları – belki mi? Kimi kandırıyordum ben Tanrı aşkına? Elbette ki öyleydi – takdir etmem ve kapıdaki o "küçük" ve "beyaz" yalanımızı sürdürürken açık vermemem gerekiyordu.
Bir an evvel toparlanmalıydım yani...
Bembeyaz salona girdiğimizde, mekânın dekoru anında gözler önüne serildi ve Chas beni kalabalığın merkezine doğru yönlendirirken hiçbir detayı kaçırmayacağım şekilde bu muhteşem atmosferi izlemeye devam ettim.
Tavandan sarkan dev avizenin taşları, üzerine vuran ışıklar sayesinde gökkuşağı renklerine bürünüyordu ve etrafa da aynı pırıltıyı saçıyordu. Altın varaklı dekorlar, servis yapmakla meşgul olan garsonların gümüş tepsileriyle tezat bir görüntü sunsa da, hiç de bayağı durmuyordu.
Aralıklı olarak yerleştirilmiş masaların etrafındaki deri kaplamalı koltuklarda oturan kadınların çoğu, onlara eşlik eden erkeklere şuh kahkahalar eşliğinde bir şeyler fısıldıyorlardı.
Hakikaten de kendimi zamanda yolculuk yapıp, 1890 - 1900 yılları arasında bir yere gönderilmişim gibi hissetmiştim.
"İyi de bunlardan hangileri Gölge – Ruh?" diye abartmadan etrafımda dönüp bir bakış attım. "Hepsi de senin benim gibi görünen, gayet normal insanlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...