“Sahiden de böyle görünmem şart mı?”
Nia’nın odasında, açık artırmayla satışa çıkarılsa hayli cep yakan bir fiyata gideceğinden bir an bile şüphe duymadığım, birçoğunun ismini bile bilmediğim değerli taşlarla kaplı boy aynasının karşısında belki de onuncu kez kendimi seyrettim.
Evet, mevzu bahis insan ilişkileri olduğunda, sınıfta kalan bir performans sergilememe karşın, neşe dolu bir insandım ve bunu giydiğim kıyafetlerde genellikle yansıttığıma inanırdım. Renkler konusunda seçiciydim; her şeyi kendime yakıştırmazdım ama yine de renklerin zenginliğiyle bütünleşmeyi oldum olası severdim.
Şu an giydiğim elbise ise kesinlikle daha önce denediğim türde bir kıyafet değildi…
Dürüst olmak gerekirse, bugüne dek elbise giydiğimi bile hatırlamıyordum.
Bugün için normal seviyesinin üzerinde şen şakrak olan Nia, kıkırdarken etrafımda bir tur attı.
“Evet canım. Aynen böyle görünmen gerekiyor.
Oraya kot pantolon ve tişörtle gidebileceğin gibi komik bir fikri aklından geçirmedin, öyle değil mi?”
Kaşlarımı öyle bir kaldırdım ki, alnımdan taşıp saçlarımın arasına karışacaklardı neredeyse.
“Tişörtümün ve kot pantolonumun nesi vardı? İçinde son derece rahat hissediyordum ben. Oysa bir de şimdiki hâlime bak!
Mumyalanmış fakat bana uygun bir mezar bulunamadığı için bekletiliyormuş gibi bir durum içerisindeyim,” üzerime tam anlamıyla yapışan elbisenin etek kısmını çekiştirdim. En azından belden alt kısmı genişliyordu, bacaklarımı istediğim gibi hareket ettirebilirdim.
“Cathleen, bence bu elbise sana çok yakıştı. Yani baksana,” kolumdan tutup beni aynaya daha da yaklaştırdı. Topuklu ayakkabı giymeme rağmen benden daha uzun biriydi Nia, bu yüzden başını eğip benimle aynı hizaya geldi. “Koyu yeşil rengi o muhteşem gözlerinle harika bir uyum sağladı. Ayrıca alınma ama şu an bir anda iki – üç yaş büyümüş gibi oldun. Resmen olgunlaştın.
O kıyafetlerinin içinde daha çocuksu görünüyordun. Senin dışarıdakilere, özellikle de Gölge – Ruhlara kendinden emin, biraz cüretkâr ve de albenili bir kadın profili çizmen lazım.
Ve inan bana şu anda tam olarak öylesin.”
İç çekip aynadaki yansımamı bu defa Nia’nın sözleri üzerinden incelemeye başladım. Gölge – Ruhları konakladıkları yerlerde bulma konusunda herkes hemfikir olduğunda, sıkı bir araştırma içerisine girilmişti. Öyle insanlar gibi sabit bir yerde ikamet ettikleri düşüncesi bana hâlen inandırıcı gelmese de, Dewrionların bu mevzuda benden çok daha bilgili ve deneyimli olduklarını bildiğimden ses etmedim çünkü büyük olasılıkla haklı çıkacaklardı.
Nitekim öyle de oldu.
Aradan geçen birkaç günün ardından, Brett ve Lester önceki gece eve apar topar döndüler. Sürekli gruplar hâlinde devriyeye çıkıyorlardı ve bir yerlerde bir Gölge – Ruh’a rastlama umuduyla bütün Londra’yı kolaçan ediyorlardı.
İki genç Dewrion da eve geldiklerinde yorgunlardı, lâkin yüzleri gülüyordu.
“Joshua!” Lester’ı tanıştığımız ilk andan itibaren hiç bu kadar neşeli görmemiştim. Ağzı kulaklarında sırıtıyordu, bu bana o kadar yabancı gelmişti ki, acaba doğru mu görüyorum diye bir – iki defa gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktım, fakat ortada sihirli bir durum yoktu anlaşılan. Genç Dewrion hakikaten de çok mutluydu. “Sana vereceğim haberin ardından sanırım benim arabamı Chas’in Richey’i ile değiştirme fikrimi onaylayacaksın.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...