Evin geniş pencerelerinden içeri yansıyan cılız ışıklar, akşam vaktinin yaklaştığının sinyallerini veriyordu. Dört kişi, holün hemen ortasında, birbirimize kaçamak bakışlar atarak bekliyorduk. Chas'in az önce bahsettiği Gölge Ordusu'nun ne olduğu hakkında hâlâ doğru dürüst bir bilgiye sahip değildim ama eğer anlattıklarında azıcık da olsa bir gerçeklik payı varsa, bu benim kanımı dondurmaya yetecek kadar güçlü ve sıra dışı bir şeydi.
"İyi misin?" Chas'in sesi uzaklardan bir yerden geliyormuş gibi kısık ve güçsüz bir tonla yankılanmıştı kulaklarımda. Başımı kaldırıp ona baktığımda, artık suratımda nasıl bir ifadeye rastladıysa, son derece rahat ve tasasız olan yüzü ansızın soldu ve temkinli bir havaya hâkim oldu. "Hasta gibi görünüyorsun."
Konuşabileceğimi sanmıyordum, o nedenle yavaşça başımı iki yana salladım.
"Pekâlâ, bunları bir de diğerlerine anlatman gerek," Nia arkasını dönüp yürümeye başladı. O anda fark ettim ki, Chas'in ensesindeki dövmenin bir kopyası, onun da sol omzunun arka kısmına işlenmişti. "Joshua ve diğerleri eminim ki bunu dikkate alacaklardır."
"Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum ya!" Chas eğlenen bir tonla konuştu ve bana önden yürümem için işaret etti. "Bu işe dört elle sarılacaklarını bildiğim için geri dönmedim. Eh, bazen risk almak lazım."
"Weithiau? Peidiwch â 'gwneud i mi chwertin!" homurdanan Nia omzunun üzerinden kardeşini kızgın gözlerle izledi. Gerçekten de çok farklı bir havası vardı, fazlasıyla dikkat çekici bir kızdı.
"Zaten sen doğru dürüst gülümsemezsin ablacığım," diyen Chas küçük bir kahkaha attı. "Ailenin asık suratlı bireyi olma görevi sana verilmiş," bana döndüğünde gözlerinde hâlen bir gülümseme vardı. "Bazen o kadar somurtkan biri olur ki, işte o vakitlerde onu bu evin çatı katından aşağı atma planları yaparım hep. Hiçbir zaman gerçeğe dönüşmüyor bu ama yine de hayalini kurmak bile güzel."
Bir şey uçarak gözlerimin önünden geçti ve hemen ardından Chas'in başını tutarak dişlerinin arasından öfkeyle mırıldandığını duydum.
Boştaki elinde küçük bir biblo tutuyordu. Bu dövmesindeki figürlerin heykel olarak tasarlanmış hâliydi...
Tıpkı Chas'inki gibi, etkileyici ve ilgi çekici bir kahkaha sesi geldi. Nia'ya döndüğümde yüzünde muzaffer bir edayla kardeşine bakıp güldüğünü gördüm.
"Cliffordların en şarlatanı olma şerefi de sana bahşedilmiş küçük papağan," dedikten sonra çenesini dikleştirip yürümeye devam etti.
Maggie arada kalmış gibi bir ona, bir de Chas'e baktıktan sonra iç geçirip yoluna devam etmenin akıllıca olduğuna kanaat getirerek Nia'nın arkasından gitti. Birkaç dakika daha Chas'in ablasına laf saydırmasına tanıklık etmemin ardından, biz de onları takip ettik.
Koridorun sonundaki merdivenler aşağı doğru kıvrılarak iniyordu. Galiba alt katta bir mahzen vardı. Genellikle böyle evlerde olurdu çünkü bu kadar büyük yapılara mutlaka o tür depolardan inşa ederlerdi.
Nitekim yarı karanlık bir alana ulaştığımızda, yanılmadığımı anladım. Duvarların her iki tarafında da üst üste yığılmış koliler, farklı farklı ebatlardaki raflar ve onların da üzerinde birbirinden alakasız nesneler yer alıyordu. İçimden nasıl bir yere geldiğimi sorguladım. Bir avuç kaçık insanın eline düşmüş olabilir miydim?
Fakat nedense Chas ve Nia'nın aksine, Maggie biraz daha usturuplu bir insan gibi görünmüştü gözüme. Eğer o tüm bunlara tahammül edebiliyorsa, ben de kısa bir süreliğine onlarla başa çıkabilirdim, öyle değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasía▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...