Gün doğumunda Kensington'daki eve ulaşmıştık. Uzun bir süredir, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Bitkin ve düşünceli olduklarını tahmin edebiliyordum; çünkü ben de aynı hâl içerisindeydim. Tamam, belki onlar gibi ruhlarla bire bir mücadeleye girmemiştim ama yaşamım boyunca ilk kez böyle bir durumla karşı karşıya kalmıştım ve bunun üzerimdeki ruhsal baskısı şu anda hissedebileceğim bütün yorgunluklardan çok daha ağır basıyordu.
Evin içinde de vaziyet aynıydı. Henüz birçoğu uyanmadığı için, ayakta olan birkaç kişi de sessiz olmaya özen göstererek hareket ediyordu. Asık suratlı ve sanki cenaze merasiminden dönmüş gibi görünen yedi genci gördüklerinde, her neyle ilgileniyorlarsa buna ara verip bize doğru yaklaştılar.
"Ne oldu?" dedi tarçın rengi saçlara sahip bir Dewrion kadın. "Bu hâliniz de ne böyle?"
Çabucak yanımdakilere göz attım. Evet, sabahın ilk saatlerinde hiç kimse mutlu olmazdı fakat bizim durumumuz farklıydı. Olayları kendi açımdan değerlendirdiğimde, benim tükenmişliğim ve hüznüm çok normaldi. Eminim yerimde olan çoğu insan da tıpkı benim gibi tepkiler verirdi.
Ama Chas'i ve Nia'yı aydınlık bir mekânda bir kere daha izlediğimde, yalnız olmadığımı fark ettim.
Yolculuk boyunca hiç belli etmeseler de, şimdi her ikisi de inanılmaz derecede mutsuz ve keyifsiz görünüyorlardı.
Zira yıllar sonra anne ve babalarına dair bir haber almışlardı ve bu haber hiç de iç açıcı değildi...
Babama olduğu gibi, onların ebeveynleri de Gölge - Ruhlar tarafından esir alınmışlardı. Kendi çabamızla arayıp bulamayacağımız, çok uzaklarda bir yerlerdeydiler.
Korkuyordum, ne var ki onlar benden çok daha fazla endişeliydiler. Zira ben ruhlarla ilgili hâlen tam anlamıyla bilgi sahibi değildim ve yapabileceklerinin ne olduğunu, bir sınırları varsa bunun nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremiyordum.
Oysa Chas ve Nia zaman içinde tüm bu merak ettiklerimi yaşayarak öğrenmişlerdi. Belki de ben gece olup da yatağıma çekildiğim her gün, aynı saatlerde onlar bir ruhun peşinde, kendi hayatlarını hiçe sayarak koşturmuşlardı.
Dolayısıyla yaşadıkları hüsranın ne denli bir boyutta olduğunu benim anlamam mümkün değildi.
"Saldırıya uğradık," Brett yüzünü ekşiterek Dewrion kadına yanıt verdi. "Evin etrafında arama da yapmıştık ama akıllı davranıp insan bedeninde gelmeyi seçmişler. Aygıtlarımızın algıladığı ruh titreşimini kendimizinkilerden sandık. Bir anda onları karşımızda görünce ne kadar şaşırdığımızı sen düşün artık."
Kadın istifini hiç bozmadan bize bakmaya devam etti. Hayret etmiş gibi bir hâli yoktu fakat gözleri kısacık bir an irileşti.
"Tahmin etmeliydik," dedi nice sonra. "Rahat bırakmayacaklarını biliyor olmalıydık. Eğer her açıdan normal olduğunu düşündüğümüz insanlara bu kadar kafayı takmışlarsa, bunun ardından ısrarla gideceklerini öngörmemiz gerekirdi," tek tek her birimizle göz teması kurdu. "Peki ya sonra? Onları püskürtmeyi başardınız mı?"
"İkisi öbür tarafı boyladı," diyen Vera kendisini az ilerideki dekoratif sehpanın üzerine bıraktı. Kırıldı kırılacak gözüyle bakarken hiçbir şey olmadığını görünce iç çektim. "Lâkin biri kaçmayı başardı. Onu tutmak mümkün olmadı."
"Sizlerin iyi olduğunu bilmek daha önemli benim için," kadın yavaşça adımladı ve Vera'yı kışkışlayarak sehpanın üzerinden kaldırdı. "Gerçi bu tamamen fiziksel olarak geçerli. Yaralanmamışsınız ve sapasağlamsınız ama yüzlerinizden düşen bin parça.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Фэнтези▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...