Ben daha duyduklarımdan dolayı yaşadığım şoku üzerimden atamamışken, Gölge – Ruhların Kralı sarayın girişine doğru uzanan yolda ilerlemeye başladı. Buradaki yol da değerli bi taştan – sanırım Aquamarin'di – yapılmıştı. Soluk mavi ve yeşil karışımı rengi üzerine vuran Ay ışığının altında büyüleyici görünüyordu.
"Şey, en azından seni karşılamak için burada toplanmış olmaları gerekmez miydi?" diye aklımda dolanıp duran soruyu dillendirdim. Öyle ya, koskoca Kral yıllar süren esaretinden kurtulmuştu ama tek bir ruh bile onu görmek için burada hazırda beklemiyordu. Sonuçta onlar Gölge – Ruhlardı, bir şeyleri önceden sezme gibi bir özellikleri falan yok muydu?
"Gökyüzünden konfeti falan atmalarını da mı bekliyorsun yoksa?" homurdanmasından anladığım kadarıyla bu hiç de hoşuna giden bir soru olmamıştı. Belli etmiyordu fakat belki de o da bir parça sevgi ve saygı gösterisi beklemişti. "Döndüğümden haberdar olduklarını sanmıyorum. Ne de olsa Máedóc'un enerji kalıntılarını hâlen üzerimde taşıyorum."
"Enerji kalıntıları mı?"
"Evet ya. Sana söylemiştim. Ben buraya gelirken, Druid'in ruhu da benimle birlikte bu yolculuğa çıktı. Geri dönmesi pek mümkün değil ama Cynbel'in bu konuda bir şeyler yapacağından eminim. O vakte kadar burada başıboş dolanmaya devam edecektir.
Fakat bir müddet sonra beni terk edecek. Çünkü o buraya ait değil."
"Ben de buraya ait değilim. O hâlde bana ne olacak?"
Arkhael girişteki basamakların ilkine adım attığında bana döndü.
"Yanılıyorsun. Sen tamamıyla buraya aitsin. Alworiel, şunu hiçbir zaman unutma. İnsan bedenin önemli olan kısmını teşkil etmiyor. Sen aslında bizlerden birisin ve çok kısa bir süre sonra bütünüyle bir Gölge – Ruh olacaksın.
Hepimiz için bir ilk olduğun doğru. Daha önce hiçbir insan soyludan çocuklarımız olmamıştı. Bu nedenle sen bizim için çok değerlisin.
Kendini burada rahat hissetmen için elimden geleni yapacağım.
Bunu herkesin yapacağından hiç şüphen olmasın.
Asla seni zorda bırakacak bir şeye izin vermeyeceğim."
"Çünkü bana ihtiyacın var, değil mi? Şu Tyalaria mıdır nedir, o sebeple bana gereksinim duyuyorsun.
O yüzden de canımı sıkacak hiçbir duruma mahal vermemeye özen göstereceksin."
Bakışlarını tıpkı yapısı gibi gümüşten oluşan kapıya çevirirken bıkkın bir nefes verdi.
"Fazla şüphecisin," dedi sıkıldığını saklamaya gereği duymadan. "Ama ne diyeceğim, biliyor musun? Tüm bunları daha sonra konuşalım. Zira bir an önce içeri girmek istiyorum."
Zaten aksi yönde bir şey söylesem bile beni dinlemeyeceği için sessiz kalmanın daha akıllıca olacağına kanaat getirdim ve basamakları hızlıca tırmanarak yanına ulaştım.
Öylece kapıyı seyrediyordu. Bunun duyduğu hasretle bir ilgisi var mı diye düşünürken, sağ elini uzatıp avuç içini işlemeli yüzeyde gezdirdi. Bir yandan da gözleri kapalı bir şeyler mırıldanıyordu.
Sadece saniyeler sonra, gümüş kaplamanın üzerinde damarı anımsatan, mavi çizgiler oluşmaya başladı ve hızla yüzeyde yayılarak hâlihazırdaki işlemelerin şeklini aldılar.
Ardından da bir klik sesiyle kapı ardına dek açıldı.
Pekâlâ, tamam. Cebinden bir anahtar çıkarıp da kapıyı açmasını beklemiyordum ama büyülü birkaç söz ve illüzyonun da devreye gireceğini hiç tahmin etmiyordum, ne yalan söyleyeyim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...