"En az hakettiğim zaman sev beni, çünkü en çok ihtiyacım olduğu zaman odur."
İsveç Atasözü
♦♦♦
Chas’in beni Dan’in yatağının kenarında, bir kedi gibi kıvrılıp kalmış hâlde bulmasının üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçmişti. Önce tamamen hissizliğin egemen olduğu bir vaziyete bürünmüş ve hem onun, hem de Nia’nın bana sorduğu soruları yanıtsız bırakmıştım. Gözlerimi boşluğa dikmiş bir şekilde beklerken, Chas birazdan koparacağım feryadın farkına varmış gibi, kollarıyla beni sarmıştı. Nia ise sıkı sıkıya tuttuğum kâğıdı parmaklarımın arasından güçlükle çekip almış, bir fısıltı eşliğinde orada yazılanları okumuştu. Sustuğu anda, akmak için hazırda bekleyen gözyaşlarım devreye girmişti ve nihayet, o kopma anı gelip çatmıştı.Büyük bir acıyla haykırmış, bağırmış, hatta çığlık atmıştım. Zihnim neler olup bittiğini yeni yeni kavrarken, Dan’i kaybetmiş olduğum gerçeği sert bir şekilde yüzüme vurulmuştu.
O; gitmişti…
Bu defa ölüme kendi isteğiyle kucak açmıştı…
Benim için…
Benim mutluluğum için…
Yarmouth’taki Stainton ailesine ait olan o evden ayrılmak o kadar da kolay olmamıştı. Chas ne yaparsa yapsın beni sakinleştirememiş, çabalarının boşa gittiğini anladığında da çareyi babamı ve annemi aramakta bulmuştu.
O günün akşam saatlerinde, babam ve annem soluk soluğa kapıda belirmişlerdi. Tabii ben Dan’in odasından çıkmadığım için, bunu sadece varsayımlara dayandırarak söyleyebiliyordum. Beni tükenmiş ve umutsuz bir hâlde karşılarında gördüklerinde, ikisi de gözyaşlarını tutamamışlardı.
Ertesi günün sabahına dek, o odadan ayrılamamıştım. Histeri krizine girdiğim söylenebilirdi, hatta ciddi ciddi bir travma yaşıyordum ama o an hangi ruh hâlinde olduğumu ayırt edebilecek kadar sakin bir havada değildim. Kaybın ardından yaşanan inkâr seviyesini dibine kadar yaşıyordum. Bunu kabullenemiyordum, Dan ölmüş olamazdı. Bu kadar kolay ve çabucak hayatından vazgeçmiş olamazdı. Bunu yapamazdı!
Ama ben ne kadar aksini iddia edersem edeyim, geçen saatler onun geri dönmeyeceğini acı bir hakikatin eşliğinde önüme sunmuştu.
Başlarda sesli olarak verdiğim tepkiler yerini tekrar sessiz gözyaşlarına bıraktığında, yatağının başucunda duran fotoğrafı çerçevesinden çıkarmış ve montumun iç cebine, tam kalbimin üzerine koymuştum. Göğüs kafesimdeki yara onun yokluğunu gözler önüne sermek ister gibi sızlayınca, parmaklarım o bölgenin üzerinde gezinmişti ve işte tam o anda, beynimden vurulmuşa dönmüştüm.
Kazağımı sıyırıp dikkatle yaranın olduğu bölgeye bakarken, kurşun deliğinin kaybolduğunu, ardında yalnızca silik bir iz bıraktığını görmüştüm.
Hiçbir şey olmasa bile, bu hadise bana onun sahiden de öldüğünü kanıtlıyordu.
Aramızdaki bağ yok olmuştu.
Dan Ölüm Diyarı’ndaki yerine çoktan ulaşmış olmalıydı…
Derin bir nefes alıp düşüncelerimden sıyrıldım ve hiç istemesem de, yaşadığım ana geri döndüm. Günlerdir malikânedeki odamdan dışarı çıkmayı reddediyordum. Yemek yemek için bile buradan ayrılmıyordum ki zaten doğru dürüst bir şey yediğim de söylenemezdi. Annem, babam ve Nia benim için atıştıracak bir şeyler getirmese, sanırım üzüntünün eşliğinde açlıktan ölüp gidecektim.
![](https://img.wattpad.com/cover/69161223-288-k556177.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasía▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...