50. BÖLÜM

4.9K 538 47
                                    

Arkhael'in kolları arasında, içine düştüğüm girdap beni ne kadar süreliğine havada tuttu, buna verebileceğim kesin bir cevap yoktu. Zaten çoğu şeyi hayal meyal hatırlayabiliyordum, öyle tedirgin olmuştum ki, beni düşürmeyeceğini bir şekilde biliyor olmama rağmen, yine de parmaklarımı hareket ettirebildiğim ölçüde kollarına yapışmıştım. Kapıldığım dehşetin farkında olmalı ki, kulağıma bir şeyler fısıldamaya başladı, fakat onu dinlemiyordum. Görebildiğim kadarıyla yarattığı rüzgârda oradan oraya toz bulutu şeklinde uçuşan toprağı ve üzerinde iri bir kuş misali süzüldüğümüz Menai Strait'in etrafa sıçrayan serin sularını izliyordum.

Kulaklarıma doluşan uğultular ve kendi kalp atışlarımın vücuduma çarpan devinimleri, ufukta yeni yeni doğmaya başlayan güneşin cılız ışıklarına eşlik etti. Sabahın ilk saatleri olduğundan, ısı giderek düşmüştü ve dişlerim birbirine çarparken bir an evvel yere ayak basma isteği duyuyordum.

Bu isteğim tahmini beş – altı dakika sonra gerçek oldu.

İlk başta Sthenis'in beni getirdiği St. Seiriol Manastırı'nda olduğumuzu sanmıştım ama dikkatle bakınca öyle olmadığını anladım. Çünkü burada yerleşim daha üst düzeydeydi ve günün ilk saatleri olmasına rağmen hemen arkamızda kalan yoldaki trafiğin sesini duyabiliyordum.

Nitekim Arkhael'in kolumdan tutup adımlamaya başlamasıyla birlikte yemyeşil çimlerin zeminini oluşturduğu kilise bahçesinde yürüdüm ve biraz sonra da kilisenin girişindeki tabelaya rastladım:

St. Cybi Kilisesi

Aklıma hemen Sthenis'in bu iki azizle ilgili anlattıkları gelmişti. Demek Aziz Cybi, Aziz Seiriol ile buluşabilmek için tam da bu noktadan yola çıkıyordu ve Anglesey Adası'nın en uç noktasındaki Penmon'a kadar yürüyordu, öyle mi? Hem de yakıcı güneşin altında? Bu durumda kendisine takılan "Kara Cybi" lakabını hak ederek aldığını kabul etmek gerekirdi.

"Beni nereye götürüyorsun?" artık ciddi ciddi bileğime kaynadığına inandığım parmaklarını gevşetmeden önce sağa döndü, ardından da adının William Caddesi olduğunu zar zor okuyabildiğim bir tarafa yöneldi. "Geride kalanlara ne oldu? Tüm o Dewrionlar ve Byddin Cysgodol üyeleri şu an ne durumda, hiç mi merak etmiyorsun?"

Aniden durdu ve ben başımı kaldırıp onunla göz teması kuramadan elleri elbisemin üzerinde gezinmeye başladı.

İrkilerek geri çekilmeye çalıştım.

"Ne yapıyorsun?" diye haykırdım. O ise hiç de utanmış gibi görünmüyordu. Aksine kaşlarını çatmaya devam ederek güvenlik kontrolünden geçen bir insan muamelesi gösterdi bana.

Elleri sonunda elbisemin tek askısının üzerinde durdu ve o bölgeyi bir – iki defa daha yokladı.

"İşte burada," diye kendi kendine mırıldanırken parmakları askının dikişlerini hayret ettiğim bir çabuklukla söktü ve ben elbisem düşmesin diye ellerimi omzuma koyarken, o parmakları arasında çevirdiği, bir Euro büyüklüğündeki bir cisme küçümseyen bir bakış attı.

"Tahmin etmeliydim aslında," derken gözleri nihayet benimkilere kenetlendi. "Bu sayede seni buldular. Dewrionlar akıllılık edip bu minik GPS cihazını kıyafetine gizlemişler.

Sthenis de aptallık edip gafil avlanmış, bunu düşünemeyecek kadar heyecanlı olsa gerekti. Yoksa ilk yapması gereken şey, seni iyice araştırmak olacaktı.

Neyse. Olsun. Sorun değil. Adayı bulmuş olsalar bile bir şey fark etmedi. Kendi ayaklarıyla sonlarına doğru sürüklendiklerinin farkında bile değiller.

Bir avuç ahmak sürüsü!"

Yere attığı küçük aygıtı sanki öç alır gibi, büyük bir hınçla ezdi.

VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin