Daha önce birkaç kez rastladığım ve sırf merak ettiğimden dolayı bir süreliğine seyrettiğim Afrikalı yerlilerin “Tamtam” dansına benziyordu Gölge – Ruhların ritüelleri. Beni ve krallarını merkezde olacağımız şekilde aralarına almışlar ve çevremizde dönerek kendilerine has hareketlerini tekrarlıyorlardı. Doğrusu; bu bir yerden sonra sıkıcı gelebilirdi, çünkü karşınızdaki sahne devamlı kendisini yineleyen türdendi, fakat ben Gölge – Ruhlardan ne beklemem gerektiğini bilmediğimden, ses çıkarmadan onları izlemeyi sürdürdüm.
“Beni bu kadar çabuk kabullendiler mi yani?” Arkhael’e yandan bakıp başımla kalabalığı işaret ettim. “Seni tanıyorlar, onlarla belli bir geçmişin var.
Ama ben…
Ben onlar için bir yabancıyım.
Dahası senin kadar annemin, diğer bir deyişle insanların soyundan geliyorum.
Bu sorun çıkarmak için yeterli bir neden değil mi?”
Tempolu bir şarkı dinler gibi, baş hareketleriyle ruhlara ayak uyduran Kral, bir müddet daha onlarla ilgilendikten sonra yavaşça bana döndü.
“Eğer amaçları problem yaratmak olsaydı, inan bana şu anda yanımda duruyor olmazdın.
Tabii ki aralarında sorgulayanlar olacaktır; dediğin gibi, seni annenden dolayı şüpheli gözlerle izleyecek birileri çıkacaktır.
Ama sen pes etmeyeceksin.
Sonuna kadar, kendini ispat edinceye dek onların karşısında durmaya gayret edeceksin.
Bir de Haellyria’da başarılı olursan, işte o zaman tek bir ruhun bile aklında seninle ilgili bir soru işareti kalmayacaktır.”
Geçen her dakikayla birlikte giderek coşkusunu artıran kalabalığa bakarken, bir kez daha bu işten nasıl olup da sıyrılacağımı düşündüm ama asıl soru şuydu:
Bu işten sahiden de sıyrılabilecek miydim?
Dört bir yanım Gölge – Ruhlarla çevrilmişti. Artık her yerdeydiler ve ben kendimi evimde hissettiğim topraklardan, daha doğrusu kendi gezegenimden çok uzakta bir yerdeydim.
Başım sıkıştığında, yardımına sığınacağım bir babam yoktu artık. Arkhael beni ondan koparıp almıştı. Onun yanındayken ne kadar dibe batmış olursam olayım, bir şekilde babamın beni o kuytu deliklerden çekip çıkaracağını bilirdim.
Çünkü ona inanıyordum. Ve de güveniyordum.
Buradaysa, güven kelimesinin varlığı bile yok olmaya yüz tutmuştu. Baktığım her yüz potansiyel bir düşmandı benim gözümde.
Şimdilik bana en yakın olan Gölge – Ruh Kralı bile aslında benden bir o kadar uzaktı.
İtiraf etmek gerekirse; tehlikenin en büyüğü de yine oydu.
Ne var ki, şu an denize düşen yılana sarılır misali, bu yabancı yerde istemesem de diğerleriyle kıyaslayınca bana bir nebze de olsa daha tanıdık ve daha tahammül edilebilir geliyordu.
Ancak bu nereye kadar sürecekti, bilemiyordum.
Karaya vuran bir balık gibi boşa çabalamak istemiyordum. Günü geldiğinde beni o zavallı canlıyı bekleyen hazin sona hazırlamalarına müsaade etmemeliydim.
Şimdilik onların kurallarıyla oynayacaktım.
Aralarına karışmanın en iyi ve en güvenli yolu buydu.
Arkhael haklıysa, Haellyria’da kimsenin bilmediği bilgiler saklıysa, o zaman ben de o verilere ulaşmanın bir yolunu bulmalıydım. Bunu yaptığım takdirde, belki de geri dönmeme yardımcı olacak bir ipucuna erişebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasía▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...