Eğer yarım saat önceki Cathleen gibi olsaydım, şu an bakışlarıyla beni kuzeyimde kalan denize dalıp bir daha hiç çıkmamayı dilememi sağlayan Gölge – Ruh’un karşısında bu kadar rahat duramazdım. Aklımdan geçenleri bire bir uygular, onun elinden ölüme gitmektense, kendi kendime ama daha temiz bir sonla noktayı koyardım hayatıma.
Fakat şükretmeli mi, yoksa bu kadar kaygısız ve de dertsiz, tasasız bir profil çizdiğim için aslında korkmalı mıydım, ayırt edemiyordum. Cynbel söylediği efsunlu sözlerle beni bambaşka bir bireye dönüştürmüştü. Öyle ki, an itibariyle benden beklenmeyecek bir cesaret örneği göstererek soğukkanlı bir şekilde bekliyordum.
“Alworiel,” göz temasını kesmeden öne doğru bir adım attı ve böylece parmaklarımı uzattığım takdirde ona dokunabileceğim bir yakınlığa geldi. Sesinde öyle bir tını, öyle bir renk vardı ki, aynı anda hem karanlığı, hem de onu defetmeye çalışan aydınlık tarafı hissedebiliyordunuz. Buzlu bir su serinliğinde ve tehlikeliyken, bununla beraber insanı gevşeten ve farklı türde bir güven veren yaz güneşi havasındaydı. “Nihl zmiss odrae… Feta sosh ni worph! Ven dueriara venu milae. Nih shrau vesia ithrin vi’batas teer,” kulağa bir dizi harf saçmalığı gibi gelen cümlelerinin ardından hiçbir şey anlamadığımı fark eden Sthenis araya girdi.
“Sana esas adınla sesleniyor: Alworiel… Gölge Adası’ndaki herkes seni bu isimle tanır. Kral’ın kayıp kızı…
‘Bilge Kadın’ demek.”
“Bu mu? Tüm söylediklerinden anlamam gereken yalnızca bu muydu?” dedim kendimin de şaşkınlığa uğramamı sağlayacak bir kayıtsızlıkla. Ne yaparsam yapayım, duygusuz biri gibi davranmaktan kendimi alamıyordum.
Sthenis sorum karşısında küçük bir kahkaha attı.
“Elbette değil. Sana kelimesi kelimesine bir tercüme yapmam gerekirse, aynen şunları söyledi: Alworiel, benim küçük kızım… Ne kadar da büyümüşsün! Tıpkı annene benziyorsun. Umarım yazgınız aynı olmaz.”
“İngilizce bilmiyor mu?” derken dudak büktüm. “Hani ne bileyim, sonuçta kral falan… O kadar kudrete sahip olmasını beklemem fazla mı hayalcilik kapsamına giriyor?”
Daha Sthenis ağzını açamadan, Arkhael'in gözlerinde bir pırıltı oluştu ve alçak sesle güldü. Evet, güldü. Fakat bu gülüş hiç kimseyi rahatlatacak ya da keyiflendirecek tarzda değildi. Kemiklerime dek vuran bir soğukluğu taşıyordu her zerresinde.
“Vi’ywarith eira sada nius dahsia? Vhi ves suphos jhi mareola chanosian harvelen?”
Bu kez ben sormadan Sthenis çabukça bana çeviri yaptı.
“Senin hâlen dilimizi anlayıp anlayamadığını soruyor. Dönüşümün tam manasıyla olup olmadığını merak ediyor.”
Sonra ben yine dikkat etmeden, sırf kendimi eğlendirmek ve onları şahsım adına komik duruma düşürmek için herhangi bir yorumda bulunamadan hızlıca Arkhael’e durumu anlatmaya çalıştı.
“Nyst, nihl tahroth. Chanosian i mareola valowael quia eira vi’agmarkos sada khanun jhtaia, azaqa ununumtz batasiah. Pharta eljor marelanikia…” (Hayır, efendim. Dönüşüm mükemmel şekilde tamamlandı ama hâlâ son ruhtan, yani on yedinci olanından beslenmedi. Belki de sayı tamamlanınca…)
Sthenis’in garip konuşması, Arkhael’in kızgın bir ses çıkarmasıyla yarıda kesildi. Ona baktığımda, zaten keskin ve sert görünen yüzünün, şimdi çok daha tehditkâr bir ifadeyle çevrelendiğini gördüm.
“O zaman konuşmak yerine işini yap,” dedi insanı beton bir duvara çarmış gibi serseme çeviren zalim bir tonla. O an o tuhaf dilde konuşmayı bırakıp şükürler olsun ki uluslararası bir dil olan İngilizce’ye geçiş yapmıştı. “ Bir de gidip on yedinci ruhu aramak zorunda bırakmayacaksın beni, değil mi? Bunu hallettiğini söyle bana!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantezie▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...