Kendimi British Museum’da sergilenen, Eski Çağ Yapıtları Bölümü’nde gibi hissetmiştim aynayı izlemeyi sürdürürken. Birçok medeniyete ait eserlerin arasında rastladığım Asur Kabartmaları’nın başarılı bir taklidi gibiydi aynanın çerçevesine işlenen modeller. Minik minik, çok sayıda insan ve hayvan figürünün yanı sıra, bitkilere dair izler de taşıyordu.
Her ne kadar soluk ve aşınmış görünen yüzeyi beni büyülese de, parmaklarımı uzatıp üzerinde gezdirme gibi bir dürtüye kapılmadım ilk defa. Çünkü olduğum yerde ifadesiz ve kıpırdamadan bekliyordum. Dışarıdan bakan bir göz tarafından şaşkınlık içine düştüğüm söylenebilirdi, hatta daha çok bir şoka uğramışlık hissi yaratıyordum. Fakat bunu bozacak herhangi bir eylemde bulunmadım. Öylece durmaya devam ettim.
“Alworiel,” dedi yeniden Gölge – Ruh Kralı. Anlaşılan sessizliğim pek hoşuna gitmemişti. Ne bekliyordu ki? Boynuna sarılıp ona teşekkür etmemi falan mı? “Suskunsun. Ne oldu? Yoksa yeterince etkileyici gelmedi mi sana?
Belki de sıradan, son derece alışılageldik bir cismin nasıl olup da böyle bir şeye vesile olacağını merak ediyorsundur, öyle değil mi? Öyle ya, günlük hayatta devamlı olarak karşılaştığın bu önemsiz eşyaya bu kadar büyük bir anlam yüklemek, kulağa biraz abartı gibi geliyor.
Ancak gerçek bu.
Bu iş için çok sayıda kullanılan materyaller var. Parlatılmış metaller, yüzeyi amalgamla kaplanmış plakalar ve de bunların en ileri boyutu olan, cam levhaların gümüş tabakası ile sırlanmasından elde edilen aynalar…
Şunu unutma!
Bu; bizim için sadece bir araç. Boyutlar arası yolculuğumuzda bizim gitmek isteyeceğimiz yerle kendi frekansımızı tutturmamız açısından elzem derecede mühim olan, ancak işin sadece başlangıç kısmını kapsayan bir teçhizat.
O yüzden gözünde fazla büyütme.
Şimdi sana neler yapacağımızı anlatacağım ve hemen sonrasında burayı terk edeceğiz.”
“Sanki gitmeye çok gönüllüymüşüm gibi konuşma,” her ne kadar bunu yüzüne karşı bağırarak söylemek istesem de, dudaklarımdan yalnızca bir mırıldanma şeklinde çıkmıştı kelimelerim. Ağzıma bağlamış olduğu bezi bir çırpıda çekip yere fırlattım. “Beni zorluyorsun. Ben burada kalmak istiyorum. Geri dönüp diğerleriyle birlikte olmalıyım.
Sadece birkaç saattir tanıdığım bir adamla,” bu noktada kahkaha atmayı başardım. “Adam demek de doğru değil, sen bir ruhsun. Gerçek bir cismin bile yok. Her neyse, yalnızca kısa bir süre önce tanışmaya mecbur bırakıldığım biriyle fantastik bir yolculuğa çıkmaya hiç hevesli değilim, inan bana.
O yüzden bırak beni de herkes kendi yoluna gitsin. Bak istediğin oldu, seni hapsettikleri yerden çıkmayı başardın. Bana ihtiyacın yok. Hiçbir şekilde bana gereksinim duymamalısın.
Seninle kıyaslanınca ben kimim ki?
İstediğin anda yaşamımı sonlandırabilecek bir güce sahipsin. Ve biliyor musun, içimden bir ses bunu gerçekleştireceğini de söylüyor.
Çünkü senin gibilerin izlediği yol üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Kendinize bir rakip istemezsiniz. Kaldı ki ben sana kafa tutabilecek belki de en son kişi bile değilim.
Fakat hep şu kazanılan saltanatın başka bir ele, özellikle de kendi ailenden ya da soyundan gelen birine kaptırılması endişesi var ya, işte bunu bu koca evrende yaşayan ve en korkusuz olarak nitelendirilen bir şahıs bile zaman zaman kendi benliğinde hissedebilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ - Birinci Kitap
Fantasy▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'nin "Mitoloji ve Efsaneler Diyarı" ve "Soluksuz Diyarlardan Kopup Gelenler" listesinde! ◇◇◇ İnsanlığın tar...